19 Şubat 2012, GÜRHAN GÜRSES
Tepeliydik güya tepelendik. Unutma halkım bugün bana yarın sana! Delikanlılığın raconun kesildiği yerdi Tepe, mahalleye giren yabancı sorgulanırdı ilk olarak. Yanlış yapmışsa mahallenin kızına çocuğuna hesabı kesilirdi. Gece yarılarına kadar oynardık Tepe’de, yorgunluğumuzun Tepe gibi manası olurdu uyuduğumuzda. Aynı tasta su içerdik, naylondan kramponlarla dere kenarlarında plastik top peşinde koşardık, aynı derede yüzerdik, aynı bahçede elma çalardık. Aynı elbiseleri giyerdik, 23 Nisanlarda kara önlüğümüzü giyer öğrenci olurduk, hepimiz orta halliydik ama huzurluyduk. Gece yarılarına lüküs eşliğinde serelerle balık avlanırdı Ohi’de… Serelerin taşlara isabet ettiği noktalarda geceyi bölen sesler yayılırdı bütün mahalleye, sonra gümüşten bir balığın beyazlığı aydınlatırdı Ohi’yi… Oh ulan oh, ne güzel günlerdi; hayali dünyalara bedeldir şimdi! Üç kuruş oldu mu cebimizde bisküvi lokum alırdık, bizden mutlusu olmazdı o vakit! Çoğu zaman üç kuruş olmazdı cepte; su satardık buz gibi, pet şişelere inat sağlıklıydık o vakit! Ev yapımı dondurma satardık; sütlü, vişneli, limonlu… Ne de lezzetliydi; ucuzdu bardağı ama ne de iştihalıydı. Yokluk muydu onu tatlı kılan, yoksa doğal oluşu muydu? Kavga oldu mu bütün mahallenin kavgası olurdu bu, bir tek kişi dahi tarafını şaşırmazdı. Aynı mahallenin gazoz içen çocuklarıydık çünkü. Mahallenin çocuklarından birine yan gözle bakıldı mı hepimize bakıldı addedilirdi. Çünkü aynı tabağa kaşık sallayanlardık. Tepeliydik güya tepelendik. Unutma halkım bugün bana yarın sana! Tepe tepe tepeleniyor ilçemden olan. Saz başkasının elinde oynayan bizden. Ve bir film seyreder gibi çekirdek çıtlatırcasına kocaman bir seyirci kitlesi cam soğukluğuyla izliyor olan biteni. Bu salalar hep bizim için okunmaz değil mi? Tek sermayesi yüreği olanların mekânıydı Tepe; damlı ama dolu dolu hayatların yaşandığı evlerdi başımızı soktuğumuz; bir oda, bir mutfak, bir salon. Apartmandan eser yoktu lakin kalpler birdi ruhlar denkti. Bugüne bakıyorum da kat kat üstüne ama kalpler ayrı. Her kata asansör var ama her kalbe kapı yok. Bir evde çorba pişti mi karşı eve de yollanırdı bir kâse, sac ekmeği ortak kurulan ocaklarda yapılırdı. Tezekler vardı duvarlara vurulan, şimdiki balicilerin tinercilerin çektiklerinin yanında parfümdü tezekler. Bu yazı gerekli mi değil mi bilmem; ama bildiğim bizlerin yüreğinin orada kaldığı orası için çarptığı. Uzakta yanmak daha güzel belki de en güzeli. Belki de uzaklıklar yakın olur bir gün, karanlıklar aydınlığa döner bir gün. Belki de karalar ak olur bir gün, yalanlar ifşa olur bir gün. Birilerinin Karakoçan’ı anlatması gerek diye düşünüyorum. Hiç de bildiğimiz gibi değil hiç de hayalimizdeki gibi değil Karakoçan! Hayallerimizin yıkılması gerekiyorsa yıkılsın, ezberimiz bozulsun işte! Dardağanı vardı Kulubaba’da Karakoçan’ın. Vakti geldiğinde giderdik dardağana… Bir dardağan ağacı gibi unutulduk ey halkım, bir dardağan ağacı gibi yalnızdık ve o kadar farklıydık. Özümüz sertti bizim kabuğumuza aldandılar oysa! Dardağan darda kalanı hatırlatır bugün, uzakta sisli dağlar ardında… İnsan öncedir bizim kitabımızda. Karıncaya dahi ulu nazarı olan bir toplumun ahfadıyız da bize nazar kılan olmadı. Makamdan, maldan, paradan, forstan, formadan, rütbeden öncedir insan; ama ülkemde insan arkada bunlar öndedir. Nasiplenen kesim iyi nasiplenmeyen kesim kötü. Onların yaptığı kötülükler iyi, bizim yaptığımız iyilikler kötü. Bunu anlayan beri gelsin. İşte sorun bu! Sonra yalakalık, ispiyon, etiket, güç gösterisi vesaire cümle şaklabanlıklar arkası yarınlar misali, entrikalar üzerine her şey, bunlar umurumda değil! Yandığım ilçemedir, gençleredir. Kupık gibiydi yüreğimiz; her Karakoçanlının mutlaka yüzdüğü meşhur ve yok olmaya yüz tutmuş göl gibi! Oysa o da yok oldu bizler gibi. Zenginleştikçe fakirleştik. Galiba bizler insanlığı değil parayı seçtik. Makamlaştıkça köleleştik. Galiba bizler insanlığı değil koltuğu seçtik. Modern zaman putu, makam koltuğu! O para seninle kıymet kazanmayacaksa o makam seninle değer bulmayacaksa o forma seninle bir mana kazanmayacaksa boştur; çuval gibi boştur, kova gibi boştur. Üstüne üstlük nahoştur. Kimse kimsenin ekmeği ile oynamazdı, kimse kimseyi nahak yere suçlamazdı, kimse kimseyi incitmezdi. Ve kendi çocuğuna sahip çıkardı Karakoçan. Yürekler bir atardı, yekvücut olurdu ilçem, bir bedenin uzuvları gibi algılanırdı herkes; birindeki bir problem bütün bünyeyi rahatsız ederdi. Şimdi kalbimiz sökülüyor farkında değiliz. İnsanı esas alanın tarafındayım. İnsanlığı öne çıkartanın ayağının altındaki toprağım. Tepeliydik güya tepelendik. Unutma halkım bugün bana yarın sana! Esas acı olan o kocaman güruhun sessiz kalması insanın içini acıtan bu! Herkes sana reva görüleni biliyor ve başını önüne eğiyor. Bir deve kuşu gibi, ama ben sizleri görüyorum. Başım dik hep öyleydi hep öyle kalacak bu yeter bana. Başı eğik olanlar düşünsün; kendisini kırkından sonra aklamaya çalışanlar, sütten çıkmış ak kaşıkçılık oynayanlar, hesapları alt üst etmek isteyenler sözüm sizedir, yemezler. Biz bir mahallenin çocuklarıyız içimiz dışımız bir, küçük yer. Herkes birbirini tanır, bilir. Ama halk seni tanımazlıktan, bilmezlikten gelirse bu kötüdür işte! Aynı anda dizlerimizi kanatırdık ve aynı anda kabuklarını kaldırırdık yaramızın. Oysa şimdi yüreğimiz kabuk bağlamış, kaldıranımız yok. Kendimi tanımaya çalışıyorum şimdi tanımlamaya. Düşünüyorum düşündükçe daha güzel şeyler hayal ediyorum. Galiba biz protokol adamı olamadık. Portakal kabuğu gibi yüzlerimizi soymadık her gelenin önünde, bir noktadan sonra yüz kalmıyor insanda! Sende devlet terbiyesi yok diyenler aslında kendilerinde olmayan ve bizlerde olan şeyi çekemiyorlardı. Herkes eksikliğini söylermiş. Tepeliydik güya! Karakoçan’ın yerlisi, ilçenin en terlisi, kerlisi ferlisi… Her şey ters yüz oldu; bir yorgan gibi… Eller gitti aya, bizler kaldık yaya… Uyan da kendine gel güzel Karakoçan. Mahmurluğunu at da neler oluyor gör bir hele! Sana yanan yok, sana kanan yok, sana inanan yok. Bu kadar yokun içinde yazık sana. Tepeliydik güya deptiler habire! Depe depe bir hal oldular. Görenler lal oldular, duyanlar sağır oldular, konuşanlar dut yemiş bülbül oldular. Üç maymun sahnelendi ilçemde, osuruktan darağacına çektiler, ipini zulmedene verdiler. İtibarı kendisinde olanlar bir bir ayrıldı ilçemden, itibarı kişilere bağlı olanlar el pençe huzura durdular. Tabiri caizse kazık çaktıklarını zannettiler. Ahvalimi böyle yaz dosta. İçinde sitem olsun biraz, biraz endişe, biraz hüzün, biraz iğne… Depreşen makam hastalığı bazılarını ürküttü oysa bu daha kötü oldu. Fincancı katırlarının çıkarmış olduğu sesi çıkardılar. Oysa bizim kimseyle derdimiz yoktu, Karakoçan’dı tek derdimiz. Anlamadılar. Biz sizden daha fazla Karakoçanlıyız ama işinize gelmedi. Tepeliydik güya!