Vahşi ne de yahşi olur ahirde. Sevmeye görsün insan, taş kalpte ne baharlar biter; inanmaya görsün insan, kurumuş gözlerde ne pınarlar akar. Nasıl da zordur sevgililer sevgilisini uzaktan sevmek? Onun yanında olmak ama ondan uzakta durmak! Bu dünya sürgünü değil de nedir? Bu dünyada bu hüznü ve hasreti dağ gibi içinde yaşamış olanlardan birisi de Hazreti Vahşi’dir. Önce Hazreti Hamza’yı şehit ederek yerin yedi kat dibine girmiştir sonra Müslüman olup sahte peygamber Müseyleme’yi öldürerek arşı alaya yükselmiştir.
Sürgünlerin başkenti Hazreti Vahşi’nin yüreğidir, hasreti hasret üstüne koymuştur, harcını gözyaşlarıyla karmıştır. Hep uzaktan uzağa bakmıştır Efendimize. Onun meclisine girememiştir, onun sohbetine dahil olamamıştır. Bu ne demektir biliyor musunuz? Önünüzde dünyanın en güzel çiçeği duruyor, siz ona dokunamıyor, bakamıyor ve onu koklayamıyorsunuz!
Hazreti Vahşi, mahcuptur ve bu mahcubiyetten yanakları gül gibi al al olmuştur, sürgün yemiş sevgililer sevgilisinden. Bu sürgün onu ele geçirmiştir hücre hücre. Nasıl bir sevdaya duçar olduğunu ve nasıl bir sevdadan mahrum kaldığını onun yaşamından okuyup öğrenin. Sevmek herkesin harcı değildir ve herkes de adamakıllı sevilemez. Bülbülün güle yalvarması gibidir bu tutku. Gül yüzünü kapar bülbüle, kulağını sağır eder ve dilini tutar. Bülbül yanı başında ona yalvarırken o taş kesilir. Sırf bir dönsün de baksın diye bülbülün güle yapmadığı cilve ve etmediği iltifat kalmamıştır. Mağrur gül, yüzünü çevirmez bile. Gecenin karanlığından şafağın atacağı vakte kadar şakır durur gülün başında bülbül oysa gül kapanmıştır içine. Fecir vakti artık dayanamaz bülbül bu hasrete, aşktan kendinden geçmiş bir şekilde atar kendisini gülün üstüne, gülün dikeni batar bülbülün kalbine. Bülbülün kalbinden akan kan rengini verirken güle bülbül de orada can verir aşkı uğruna. İşte Vahşi de bülbül olmuştu, gerekirse dikene atmaya hazırdı canını, tek efendimiz affetsin onu.
O, güle ulaşmak için canını vermeye tam tekmil hazırdı ve vuslata nazırdı. Efendimizi uzaktan uzağa seyreder, onun gözüne görünmeden… Cennete uzaktan bakar gibi o özlemle yanmaktadır için için. O mübarek eli tutup doya doya koklamak, öpmek ve af dilemek için… Bir kerecik de olsa onun sohbetine dahil olabilmek için neler yapmazdı ki Hazreti Vahşi!
Habeşlidir, ok ve mızrak ustasıdır Vahşi, Müslüman değildir henüz ve kendisi gibi henüz Müslüman olmamış Ebu Süfyan’ın eşi Hind’in onu Hazreti Hamza’yı öldürmesi için tutmasıyla kaderi değişir. Hind, babasının ve amcasının intikamı için Vahşi’ye para vermişti Hazreti Hamza’yı öldürmesi için. O da Uhud’da Hazreti Hamza’nın arkasında pusu kurar ve onu gözetir savaş boyunca. Sonra mızrağıyla şehit eder Hazreti Hamza’yı. Gözünün gördüğü hiçbir şeyden korkmayan Hazreti Hamza dağ gibi yıkılıp kalmış, şahadet şerbetini içmiştir.
Peygamber Efendimiz, Uhud’da kafirlere lanet okumuştur. Sadece Hazreti Vahşi’ye lanet okumamıştır. Bunun üzerine “Neden Vahşi’ye de lanet okumuyorsunuz?” diye sorduklarında Efendimiz: “Miraç’ta Hazreti Hamza’yla Vahşi’yi kol kola cennete girerlerken görmüştüm.” demişti.
Hazreti Vahşi, Mekke’nin fethinden sonra bir süre kaçar ve saklanır sonra pişmanlık duyar ve Medine’ye gelip Peygamber Efendimizin mescidine gider, selam verir: “Ya Resûlallah! Bir kimse Allah’a ve Resulü’ne düşmanlık yapsa; en kötü, en çirkin günahı işlese; sonra pişman olup temizce iman etse; Resulullah’ı canından çok seven biri olarak huzuruna gelse bunun cezası nedir? Resulullah Efendimiz buyurdu ki “İman eden, pişman olan affolur; bizim kardeşimiz olur.” “Ya Resûlallah! Ben iman ettim ve pişman oldum. Allahü Tealâ’yı ve Resulü’nü her şeyden çok seviyorum, ben Vahşî’yim.” Resulullah Efendimiz, Vahşî adını işitince Hz. Hamza’nın şehit edilmiş hâli gözünün önüne geldi, ağlamaya başladı. Vahşî, öldürüleceğini anlayarak kapıya yürüdü. Ashabı kiram kılıçlarına sarılmış, efendimizden işaret bekliyordu. Vahşî ”Son nefesimi alıyorum.” derken ve herkes ”öldürün!” emrini beklerken, Resulullah Efendimiz buyurdu ki: “Kardeşinizi çağırınız!” Kardeş sözünü işitince ashabı kiram, saygıyla Vahşi’yi çağırdılar. Peygamber Efendimiz, Vahşî’ye ”Affolunduğunu” müjdeleyerek buyurdu ki: “Fakat seni görünce dayanamıyorum, elimde olmadan üzülüyorum.” Vahşi’nin de imtihanı buymuş meğer. “Emri olur.” dedi Vahşi bu isteğe çünkü o, Efendimizin amcasını öldürmüştü. Onun ciğerini sökmüştü ve Hind’e sunmuştu. Mahcuptu bu yüzden, başı eğikti. Nasıl affedileceğim diye kara kara düşünüyordu. “Ne yapmalıyım da beni affetsin, yüzüme baksın, benimle yüz yüze konuşsun.” diye düşünüyordu. Günler böyle geçer gider; özlemle, uzaktan uzağa bakarak ve umutla…
Efendimiz veda etmiştir bu âleme ama Vahşi halen affedileceğini ummaktadır. Bu arada sahte peygamber Müseyleme çıkar ortaya. Bunu fırsat bilir Hazreti Vahşi (r.a.) ”Onu ben öldürmeliyim, böylece Resulullah’a karşı mahcupluğum kalmaz.” diye düşündü. Çıkan savaşta Vahşi, sahte peygamberi mızrağıyla vurup öldürdü sonra sevinmeye başladı: “Vurdum onu, vurdum onu artık efendimizi görebileceğim.” diye. Herkes olduğu yerde durup ona baktı, kimse onun bu sevincine mana veremedi. Sonra “Gördüm onu.” diye haykırıp yere düştü Hazreti Vahşi. “Kimi gördün?” diye sordu merak içinde kalan sahabeler. “Kimi gördün Vahşi?” diye tekrar sordular merakla, ses yoktu Vahşi’den kendine geldiğinde konuşmaya başladı: “Gördüm onu, o gül yüzü gördüm.” diyordu yine, ayağa kalkıp koşmaya başladı bir an sonra durdu. “Peygamberimizi gördüm, o gül yüzlüyü gördüm, yanında da amcası Hamza vardı. Bana tebessüm ettiler, beni affetmiş.” dedi. Bir an evvel Medine’ye gitmek istiyordu, peygamberimizin kabrine. “Gördüm onu, gördüm onu.” diye hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. İçin için, yağmur yağmur yoktu böyle ağlamak. Yılların hasreti terk ediyordu Vahşi’nin içini ve İslam’ın nuru ak ediyordu ruhunu boydan boya, ilahi aşk doluyordu kalbine. Herkes onun çektiği hasreti anlıyor ve onun adına seviniyordu. Kış bahara eriyordu, buzlar çözülüyordu, hava açılıyordu Vahşi için!
Siz yakındayken dahi bu denli sevdiniz mi birisini? Asıl mesele uzaktan sevebilmek, o yokken sevebilmek… Mesela şah ya da sultan olmakta değil adam gibi kul olmaktadır. Takdir, hamlıktan çıkıp pişmeye ve yanmaya geçebilmektedir. Var mı Vahşi gibi uzaktan seven?
KAPTAN