Düğündeyim.
Gör halimi diye yazıyorum sana, ey ömrü, bahtı ve adı hüzün olan Küçüğüm! Gittin de halt mı ettin şimdi! Marifet bilip iltifat mı ettiler sana? Kabul etsen de etmesen de şu gözyaşlarım senin eserin! Bu kadar israfa ne lüzum var! Gittiğinden beri akıyor “İnsafa gel!” diye bakıyor!
Düğün dernek kurulmuştu bugün ama her öğün önüme hüzün konulmuştu.Gülemiyor, ortama uyum sağlayamıyordum. Ben sevincin değil hüznün adamıyım. Bana göre değil düğün dernek, ulu orta gülmek, basbayağı eğlenmek! Harcım da sensizlik var, göğsümde yalnızlık, soframda aşksızlık…
Yüreğime sözün dokunmuştu Küçüğüm. “Bu aşk burada biter ve ben çeker giderim.” demiştin. Allah var giderin sağlamdı. Biten senin aşkındı, giden sendin ben değildim! Bakmadın bile beni nasıl da yalnız koyuverdiğine! Ne halde kaldığıma, ne kadar ağladığıma aldırmadın bile! Bu ne vicdansız bir gidiş ne imansız bir terk edişti. Hiç mi sevmedin, alıştıra alıştıra gideydin bari. Bir kalp krizi gibi mi gidilir, bir şimşek çakımı gibi mi? Bir kalp yıkımı, bir can yakımı gibi gittin. Cenazem ortada kaldı defnedip gideydin yapmadın tam tersine def edip gittin.
Elazığ serindi bu gece, içimde de bir serinlik vardı, gözümde de! Kurulmuş sofralar, donanmış masalar, dolmuş sıralar; çalsın sazlar vursun davullar kıvamındayım. Havuz başında düğündeyim. Boğazıma kadar hüzündeyim. Neyi yaşıyorsun be adam? Herkes gülerken sen ağlıyorsun!
Yıldızlar avizemiz olmuştu şıngır mıngır, ayın şavkı havuza vuruyordu pırıl pırıl. Gülüyordu herkes, şen şakraktı. Halim çok matraktı, dışım gülüp eğlenmeye çalışıyordu içim ağlayıp kederlenmeye!
Her ayrılık mevsiminde ben tuhaf olurum böyle Küçüğüm, hüzünlerim durup dururken. Bir ses duymayayım aşka dair iki gözüm, Orhan Veli misali iki gözüm iki çeşme!
Eylülde burada olmak var; üşümek tir tir, hissetmek yalnızlığı, ev sahibi olmak hüzne ve ağlamak için için kendine! Bir ıslanmışlık sarmıştı her yanı, içim de ıslanmıştı,yüreğime değiyordu dinlediğim müziğin tınıları, damla damla akıyordu yüreğime gözyaşları.
Gözüm gönlüm yapayalnızdı. Bir ses delip geçiyordu yüreğimi. Havuz başında oturmuş dinliyordum: “Hüseynik’ten çıktım şeher yoluna.” Oysa ben senin yoluna çıkamıyorum.
Yalnızlığın bu denli zirve yaptığı demlerde etrafımdaki kalabalığı yük olarak görüyor daha bir yalnızlığa sığınıyorum. Zehir zıkkım bir hüznün tavan yaptığı ve yüreğimde krallığını ilan ettiği demdeyim. Kim takar beni Küçüğüm, kim yakar?
Şehir sessizdi bu gece. Bir palyaço çocukları oyuna davet ediyordu. Ya beni? Çok mu oyuna geldim, çok mu oyunlar gördüm? Beni de götür bay palyaço! Hey sen! Duymuyor bile, sesim yabancı ona sanki.
Senin dışında herkese küsüm! Susuyorum derinden, içimden ağlıyorum. Hıçkırıklarım kalp kırıklığımı anlatıyor Küçüğüm.
Saz ekibi de yorgun belli, ağır çalıyor! Cenazede değiliz, düğündeyiz hemşerim! Mezara mı koyacaksınız beni, daha ölmedim. Dur hele, damda yatıp sesini kaybetmedim ben, narda yatıp yârimi kaybettim!
Halaya kalkmışlar hem de Güvercin Halayı’nı çalıp söylüyor sazendeler, hanendeler.
“Güvercin havadadır
Bir eşi yuvadadır
Bir elim yâr koynunda
Bir elim duadadır” Halaya kalkarak alaya mı alıyorlar beni ne? İçim zaten tarumar, alayına ne? Dua ediyorum, iyi olayım diyorum.
Havuz başında düğündeyim, boğazıma kadar hüzündeyim, hâlâ sözümdeyim seni sevdiğimin arkasındayım.
Elazığ serindi bu gece, iliğime dek üşüyordum. İçim zehir zıkkım dışım düğün dernekti. Giydiğim hüzünden gömlekti.
Final türküsüyse Mamoş’tu:
“Pencereden bir taş geldi
Ben sandım ki Mamoş geldi”
Bir yıldız kaydı sandım ki sen geldin Küçüğüm!
Bir çiçek kokusu duydum sandım ki sen geldin!
Gürhan GÜRSES