– Özledim, dedim.
– Hava çok soğuk! dedi.
– Gözlerin muhteşem, dedim. Yumdu kirpiklerini ve “Uykum var.” dedi.
– Sesin ruhumu dinlendiren bir melodi gibi, dedim. Sustu.
Hep bir bahane öne sürüyordu. Yaz günü üşüyor, kış günü yanıyordu sanki. O kadar tezattı ki bana, inattı ya da!
– Seviyorum seni, dedim.
– Yaz gelmedi bir türlü bu sene, dedi.
– Aklımdan çıkmıyorsun bir türlü, dedim.
– Ben yalnızlığı hiç sevmem, dedi.
– Yüreğim göğsüme sığmıyor seni görünce, dedim.
– Bu şehre alışamadım, dedi.
O kadar firari cümleler sarf ediyordu ki sorularıma karşılık kafayı yememek elde değildi. Hiç bu kadar çetin biriyle muhatap olmamıştım, bu kadar taş duvar olanı ve Çin Seddi gibi duranıyla.
– Sana sarılmak istiyorum, bir sarmaşığın dolanması gibi bir ağaca… Sımsıkı, bırakmayacasına…
– Gök gri yine! dedi. “Yağmur yağdı yağacak!”
O kadar üstüne gidiyordum ki o savunmada kalıyordu, ben ona yağmur olup yağarken o bana şemsiye oluyordu, ben ona güneş olup doğarken o bana gece oluyordu.
– Yokluğuna hazır değilim, dedim.
– Kırlarda gezmeyi çok severim, dedi.
– Sen kalbimi kır’lardasın. Cam mı bildin, porselen mi kabul ettin yüreğimi?Dudağımdaki söz taşlarıyla tuz buz ediyorsun yüreğimi.
Ağzıma kadar doluydum onunla ve onun bu aldırmazlığı beni çileden çıkartmaya başlamıştı.
– Kitap okumayı da çok seviyorum, dedi.
-Seni kitap gibi okumayı seviyorum ben de, dedim.
Nuh diyor peygamber demiyordu. Aynı frekansta değildik. Aynı dalda değildik, ayrıydık. Aynı göğün farklı renkleriydik.
‘
– Gidiyorum, dedim “Hem de geri dönmemek üzere.” Başını öne eğdi, gözlerini yerde sabit bir noktaya dikti. Bir şey diyemedi. “Kal!” diyebilirdi mesela ya da “Git.” Onun “Kal.” diyemediği yerde “Git”mek bana farz oldu.
Bir kalemde silinecek ne varsa sildim o an, yakılacak her neyse yaktım, yırtılacak her şeyi yırttım ve unutulacak olan her kimse onu bir çırpıda unuttum.
gürhan gürses