Geceyi en iyi ben bilirim; her dakikasını, her saniyesini gecenin; her kuytuluğunu, puştluğunu, kuyuluğunu, huysuzluğunu ve karanlığını…
Gözyaşlarımı sakladığım anlarını, hüznümü resmettiğim duvarlarını, çığlıklarımı çarptığım kayalarını ve düştüğüm boşluklarını…
Gece 12’yi vurduğu vakit başlar nöbetlerim. Bir böcek dolanır durur beynimin içinde, aklımı kurcalar, değme çilingirlere taş çıkartır. Kalbim sökülür göğsümden, bir büyük boşluk kalır göğüs kafesimde. Hissizliğim tavan yapar.
Geçmezliğini her bir dakikanın, bitmezliğini hüznümün… Bayrağını diker o an yalnızlık, hükmünü ilan eder çaresizlik. Dertleşecek bir dudak ararsın, bir kulak ama tek başınasın.
Gökteki yıldızları sayarsın durmadan. Say say bitmez ama dertlerinin yanında yıldızlar bile az sayılır.
Sevgilinin saçının karalığıdır gece diye üzerime örtülen. Gözlerinin içindeki parıltıdır yıldız diye göğüme işlenen ve göğsüme dağlanan hasretin ta kendisidir. Bilirim onun ruhudur derinliğine koyu olan ve sessizliğidir kulağımda melodi gibi duran.
Ey gece, leş mi kesildin? Eş mi kabul ettin canımı karanlığına? Bela mısın sen, kalubela’da kulağıma fısıldanan mısın?
Üzerime doğrultulmuş namlu musun?
Mahpus tutulduğum avlu musun?
Ölüme attığım havlu musun? Sunulmuş zehir misin, baldıran mısın?
Her dakikan yıl gibi geliyor, her saatin asır.
Ömrümün en uzun vaktidir geceler, nasıl da ömrümü heceler, yüreğimi hançerler.
Yutkunamadığım korkular yüklersin, kursağıma kadar özlemler saklarsın. Beni ne de güzel azarlarsın. Saliselerin bile coplar beni, saniyelerin dipçikler ve dakikaların yağlı bir urgan gibi boğar.Zulmüne hayranım ve ben ne yazık ki celladıma aşığım. Karanlık cemaline de müptelayım.
Sar beni. Zemheride kalmış da zangır zangır titreyen bir adamı sarar gibi sarar. Baştan ayağa ateşler içinde kalmış da düşmeyen ateşi düşürmek için bütün vücudumu ruhum da dahil olmak üzere karla ovalar gibi sar.
Yar beni. Ne varsa yüreğimde hacamat eyle, aksın tükenmişliklerim oluk oluk, dökülsün paslarım yaprak yaprak ve delik deşik edilsin hüzünlerim.
“Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir,
Müptela-ı gama sor kim geceler kaç saat.” Ne diyor şair bu beyitte: En uzun gecenin hangisi olduğunu gök bilimciler ve takvim yapanlar ne bilsin. Gam müptelalarına sorun ki gecelerin kaç saat olduğunu söylesin. Evet bekliyorum sorularınızı. Gamdan başka neyim var? Bir kaç damla gözyaşım ve çekilmeyi bekleyen ah’ım.
Sen gece yüzlü ve bakışlı kadınsın, bense gece sözlü ve duruşlu adamım. Buluşuruz hayal ikliminde. Sen karanlığınla gelirsin, ben kabullenmişliğimle; sen bütün haşmetinle gelirsin ben bütün masumiyetimle. Şeksiz ve itirazsız…
Bir demli çaya teşbih ederim geceyi, kopkoyu, acı mı acı ve kaçak…. İçerim demliğin dibini bulana kadar. Çay kafa yapar mı bilmem ama gecenin kafa yaptığını, yaktığını ve yıktığını bilirim. Her gece ölür ve defnedilirim karanlığın çukuruna. Baykuşlar tüner mezarımın korkuluğuna. Ayyaşlar oturur üstüne mezarımın. Bir de aşktan harap olmuş gönüller misafir olur yanı başıma. Gözyaşlarıyla sularlar toprağımı, söz yaşlarıyla uğrular beni.
Geceye serenat yapan adamım. Gecenin yakıştığı yüz ve gecenin söz eriyim. Ay şahidimdir döktüğüm gözyaşlarımın, yıldızlar teskin edicimdir ve uçsuz bucaksız karanlık içimin yansımasıdır. Düşen kaybolur ruhuma, samanlıkta iğne gökte yıldız neyse bende de dert o olur.
Ey hain ve zalim gece, arkadan vuran ayakkabı gibisin. Masum olanı silahının kazasıyla vuran kalleşe benziyorsun ve merdi Kıpti gibi de kalp hırsızısın.
Gürhan GÜRSES