Bir film repliği…
“Sen kimsin?”
“Ben hiç kimseyim.”
O kadar kimsesizleştirildik ki! Kendimizi bile tanıyamaz olduk. Aynada gördüğümüz kendimiz değil.
Vesikalık fotoğraflarda saklı hüviyetimiz. Künyemizde mutluluk adına remzi olan basit şeylerimiz vardı yazılı olan: pötibör bisküvi arası lokum, ev yapımı dondurma, bardak hesabıyla alınan ve gazate kağıdından yapılan külaha konulan çekirdek…
Dün ne kadar kendimizdiysek bugün o kadar kendimiz değiliz. Samimiyetimiz yok hiçbir şeyde. Sahte dokunuşlarımız var plastik çiçeklere. Havlusuna kalp işlenmeyen kaç kişi var bugün?
Bez mendilini cebinde taşıyan… İspanyol paça pantolonuyla fotoğrafı olan… Mazi siyah beyaz bir fotoğraftır bugün yadımızda özlemle andığımız. İlkokulu beyaz yakalı kara önlüğüyle bitirmiş mutlu bir nesil yok bugün. Varın içinde yokluğu iliğine değin hisseden ve bir türlü mutlu olmayan bir güruh… Mutluluk da mazide kaldı değil mi? Kavgamız bile harbiydi ve olabildiğine adildi.
Hiç kimseyim bugün. Herkese benzemeyen ama kendisi de olamayan. Kirpiğine varana değin, saçının teline değişen ve değiştiğinden daha fazla yabancılaşan… Yabancılaştıkça farklılaşan ve haddini fazlasıyla aşan… Oysa bizim usturuplu bir tarzımız vardı eskiden. Bisikletle mutlu olan çocuklardık biz. Balon uçuran… Plastik top peşinde koşan… Bilye oynayan… Teksas okuyan…
Yalan değildi gözyaşlarımız süzülürken yanağımızda. Uğruna ağladığımız bir tane sevdiğimiz olurdu. Onun sokağında turlardık masumane bir şekilde. İncitmeden bahçesindeki çiçeği.
Kirletmeden soluduğu havayı. Tül ardında baksın kafiydi ayaklarımızın yerden kesilmesine.
Mektup yazardık kalp işlemeli, ucu yanık… Rengarenk kağıtlara en kalbi cümlelerimizi yazardık ve etraf sahiden aşk kokardı. Açılan her zarfın içinde bakir cümlelerimiz vardı sevgiliye ithaf olunan.
Kurutulmuş çiçekler parfümümüz olurdu kağıt arasında. Gülkurusu mevsimlerde radyoların cızırtılı frekanslarında bambaşka hayallere dalardık. Mutlu günlerin çocuklarıydık.
Hiç kimseyim bugün. En çok da kendime yabancıyım. Tanıyamıyorum kendimi. Merhaba diyorum aynadaki yüzüme bakıp. Benim sesim değil karşılık veren. Gülümsüyorum karşımdaki yüzüm kaşlarını çatıyor bana. El uzatıyorum, o yumruğunu sıkıyor. Hiç bu kadar yabancı olmamıştım kendime. Bilmem ki ne haldeyim bugün?
İçimiz ayrı bir alem, dışımız harcıâlem. Gülüşümüz bile eğreti duruyor dudağımızın kenarında. Bakışımız yılan bakışı gibi soğuk ve bir o kadar da donuk. Sahi ne oldu bize, nasıl bu hale geldik?
Tozlu sokakların, çamurlu yolların gece yarılarına değin “hırsızpolis” oynayan çocuklarıydık mazinin. Sac ekmeğine tereyağını sürüp üzerine de toz şeker eken ve bununla mutlu olan üstü başı kirli ama yaşama sevinciyle dopdolu çocuklardık. Kim çaldı bilyelerimizi? Uçurtmalarımız hangi dala takıldı? Ayna tabağa kaşık sallayan kocaman bir aileydik biz. Aynı tasta su içen…
Tabağımızı, tasımızı ayıran kim? Bizi yaşamdan soğutan ve birer duvar yapan ne?
Pazar günlerinin vazgeçilmeziydi kovboy filmleri. Öyle yanaktan da olsa öpüşmeler oldu mu ekranda mahcup olurduk yüzümüzü çevirirdik. Sahi bugün yüzümüz hiç kızarmıyor? Bakışımızı yere çevirmiyoruz uygun olmayan bir şey çıktığında karşımıza.
Balığa giderik dip oltalarımızla, televolelerimiz vardı. Balıklar daha lezzetliydi ve sular tertemizdi. Yemlik toplardık, kengerlere dadanırdık. Çeşmelerimiz vardı eğilip kana kana içerdik buz gibi suyu kaynağından. Kimse kimseden iğrenmezdi. Ve bu kadar hastalık yoktu. Doktor yüzü görmezdik, ilaç nedir bilmezdik. Yanlış bir şey yaptığımızda büyükler tarafından muhakkak uyarılırdık ve tanısın tanımasın herkes bunu yapardı.
O denli yabancılaştık ki kendimize, biz dahi tanıyamaz olduk kendimizi. Cebinde parası olmayan ama gönlünde dünyası olan çocuklardık. Bizim İnek Şabanlarımız vardı, Hulusi Kentmenlerimiz, Adile Naşitlerimiz… Aileden bilirdik onları. Türkülerimiz vardı:
“Yüzünde göz izi var.
Sana kim baktı yârim?” diyen… Masal anlatan dedelerimiz, mani söyleyen ninelerimiz vardı. Bugün kimse kendisi değil artık. Herkes yabancı özüne.
Ben hiç kimseyim.
Bilmem ki kimim, neyim?
İçi iğneyle oyulmuş, ateşle yakılmış sazlıktan herhangi bir neyim.
“Sen kimsin?”
“Bana kalsa bir hiçim.”