Biliyor musun?”
“Neyi?”
“Ne zaman kuru fasulye görsem gözlerim dolar.”
“Niye?”
“Anlatayım. “
“Merak ediyorum hikâyeni, anlatırsan sevinirim.”
“Babam kazandığı her kuruşu masada kaybederdi. Kahveye giderdi, meyhaneye. Cebi dolu gider, boş gelirdi. Varlık içinde yokluk denir ya işte o tam da bizi anlatırdı. Zavallı annem gün yüzü görmedi hiç. Ve bizlere yokluğu hissettirmemek için yüreğinden gelenin fazlasını ortaya koyardı. O zamanlar onun fedakârlıklarını anlayacak yaşta değildik. Zaman geçtikçe daha iyi anlıyorduk yaptıklarının ne kadar da önemli olduğunu. Rabbim eksikliğini vermesin ve başımızdan eksik etmesin. Ve babam- o cebi dolu kalbi boş adam – bizlere hiçbir şey almazdı. Görünüşte zengindik ama özde evde bir şey yoktu. Bu yüzden yokluğun soğuk yüzüyle çok kez karşı karşıya geliyorduk. Bir defasında komşumuz kuru fasulye yapmıştı, etli kemikli. O kadar güzel görünüyordu ki etler kemikten dökülüyordu ve mis gibi kokuyordu kuru fasulye. Bize ikram edeceğini düşündüm ama ikram etmedi. Eve geldim ve anneme: Bize kuru fasulye pişirsene anne, dedim. Bak Ayşe teyze pişirmiş, kokusu buraya kadar geliyor. Sen de pişir bize. Annem anlamıştı durumu ve bir şey demeden mutfağa geçti. Onun gözlerini dolduğunu ve bazı şeyleri biz görmeyelim diye içine attığını anlayacak yaşta değildim. Çaresizliğin sizleri sınadığı yerde mutlaka bir çıkış yolu da vardır. Akşamdan suya fasulye bırakan annemin ertesi gün fasulye pişirdiğini gördüm. Fasulyenin içinde kırmızı, turuncu bir şeyler vardı. Et değildi ama ete benziyordu. Kurulduk sofraya birlikte.
Anneciğim bu turuncu şeyler de ne? Dedim. Ablam durumu kavradığı için hemen cevapladı annemin konuşmasına fırsat vermeden:
Akıllım onlar havuç.
Havuçlu fasulye mi olur? Dedim. Ablam da bir bana bir de anneme bakarak: İstersen yemeden cevap verme! Dedi. O an anladım neden havucun kuru fasulyenin içinde olduğunu. Boğazım düğümlendi, bir şeyler demeden anneme sarılmak istedim ve ağlamak… Annem de: Ottan et yaptım yavrum! Deyince bir kurşunun yüreğime değdiğini ve beni darmaduman ettiğini anladım. İşte o an içimin kanadığını ve ruhumun sızladığını en derinden hissettim. Annemin ruhunu kattığı ve belki de gözyaşlarıyla yıkadığı fasulyeyi büyük bir iştihayla yedim. Hayatımda bu kadar leziz bir fasulye yememiştim. Tadı hâlâ damağımda… Bu yüzden o günden sonra kuru fasulyede asla et aramadım ve yaptığım hiçbir kuru fasulyeye et katmadım. Annemin o günkü kuru fasulyeye bir anlam yüklediğini ve bize o anlamla servis yaptığını anlamıştım çok sonra. Canım annem. Onun bana bunu anlatması önemliydi. Geçmişini inkâr etmeyen ve geldiği yeri bilen insanları severdim. Yapmacık değildi hiçbir davranışı. Dağ suyu gibi berrak ve kar suyu gibi duruydu. İçinin dolduğunu ve taştığını görüyordum. Onu teselli etme babında: Anneler elleri öpülesi muhteşem varlıklardır. Taşa dokunsalar taşı çiçeğe dönüştürürler, suya elleri değse suyu Kevser yaparlar. Kuru ekmeğe dahi anlam katarlar. Diye yorumda bulundum.
Kirpiklerinin nemlendiğini gördüm o an, elinin tersiyle de sildi gül damlasına düşmüş çiy damlasını. Güzelim gözleri daldı gitti mazinin derinliklerine. Kim bilir belki de ottan et yapan ve kuru fasulyeye anlam katan annesinin dizlerine başını koymuş huzurla uyuyordu.