Geceyi karalayan bir adam adım attı sokağa. Herkes ona baktı da kimse göremedi onu!
Karanlığın en karanlığında, yalnızlığın en yalnızlığında, kalabalığın en kalabalığındaydı!
“Ben iyi değilim.” dedi gece kılıklı adam. Saçları geceydi; gözleri, bahtı, tahtı. Leyla’da konaklıyordu; leyliydi namı da Mecnun’du! Ne kadar karalık ve karanlık varsa ondandı âleme yansıyan. Bütün karalar onda toplanmıştı. En karaydı; çok, en çok. Ömrüne çalınan mayaydı karalık, katrandı ayrılık, ziftti yalnızlık.
Sevdiği kadın; aydınlığın en aydınlığında, beyazlığın en beyazındaydı! Bu yüzden aralarındaki mesafe fazlaydı, yüz yıllık yol vardı belki de! Ellerini açmıştı rabbine adam “Ya onu bana ver rabbim ya da canımı al benden!” diyordu. Bir insan bu kadar mı sahipsiz konur, terk edilirdi? Bu kadar mı bir başına bırakılırdı? Kalp işi değildi. Bir şehrin bütün ağırlığı üzerindeydi sanki, bütün yalnızlığı ve hüznü… “Ben iyi değilim ve sen bunu bal gibi de biliyorsun.” dedi gözü yaşlı adam.“Devren satılık bir kalp benimkisi. Komple yıkımlık, bir kalemde satımlık, terk edimlik!”
Hitabı aşkınaydı; gidene, koy verene, terk edene, dönüp de geriye bakmayana. Belki de olsaydı:” Bedduamdır bu hal sana!” der ve gülerdi. Belki de hayırlısı buydu adam için! Hikmetinden sual olunmazdı Rabbin! Harcı hüzün, harca dökülense gözyaşı. Bütün gözyaşları bu harçta toplanmış. Okyanustu gözleri, kamustu sözleri. Hapisti. Adam bu aşk uğruna canından bile vazgeçmişti. Gerisini anlayın.
Kadın yoktu bayağı, adam da bu yoklukta yedi dayağı, yoktu dayanağı. Ellerini açmış ve rabbine “Ya onu bana ver rabbim ya da beni ona.” diyordu. Bir insan bu kadar mı aciz düşer ve yalnız kalırdı? Bu kadar mı ağlardı? Akıl işi değildi.
“Ben iyi değilim diyorum sana” Öyle uzaktan bakma! Gizli gizli süzme beni. Saklımda olma, aklımda. Aşikârım ol, işvekârım. Kârım ol şapkasız ama! Senli günleri hayal ediyorum: Tek kelimeyle nefis ve bir nefesti. Ayrılık bir esti; pir esti, pis esti.
Adam ağlıyordu. Gözyaşları yıkıyordu yüreğindeki yaraları, yakıyordu taze ayrılık acısını. Mübalağa kâfi gelmezdi bu ağlamalara. Muson yağmurları onun gözyaşlarının yanında yaz yağmuru gibi kalırdı. Teşbihte bulunabileceğimiz bir numune de yoktu karşısında. Güzel bir sebebe de bağlayamıyordu. Bilip de bilmezlikten de gelemiyordu! Soru sorup yanıt da beklemiyordu! Bahanesi de yoktu aslında şahanesi de! Sadece seviyordu delicesine, ölürcesine. Limitsizce seviyordu. “Ben iyi değilim.” diyordu adam. Her taraf kötülük kesiliyordu. İyi olması için bir mucize gerekliydi, sevgili ama mucizelere sadece filmlerde olurdu.
“Oyuncağın kırıldı diye üzülme çocuk
Büyüyünce kalbin paramparça olacak” diyen Cemal Süreya geldi aklına adamın. “Keşke hep çocuk olarak kalsaydım. Kalbim kırılacağına oyuncaklarım kırılsaydı ve ben sadece oyuncaklarım için ağlasaydım. Küçüktüm oyuncaklarım için ağlardım tek ve bu yüzden hiç kırılmazdı kalbim, büyüdüm kalbim oyuncak oldu başkasına, paramparça oldu.” diye konuştu kendi kendine adam.
Geceyi yaşlarıyla ıslatan ve yarılayan bir adam karanlığın içinde yok olup gitti. Yalandı sanki geldiği, gerçekti oysa gittiği.