Anneler çilekeşi ömrümüzün; kahır çekeni, eziyet ve cefa adına yüreği ev sahibi olanı dünyamızın. Anne bir kutsal sözcük, bir aziz mana, bir umman yürek…
Cennet annelerin ayakları altındadır ama bizler o ayakları bir gün dahi baş tacı yapıp taşıyamıyoruz bugün. Belki sadece tabuta girdiğinde kollarımızın üzerinde taşıyacağız annemizin nazik bedenini. O zaman da çok geç olacak ona sarılmamız ve ondan af dilememiz için.
Annemizin 24 saat hizmetkârı olsak ömrümüzün sonuna değin yine de hakkını vermiş sayılmayız. Kul kölesi olsak ve her an yanında dursak yine de hakkını tam olarak ödemiş olmayız. Borçlu gideceğiz onlara borçlu kalacağız hep.
Dokuz ay on gün karnında bize ev sahipliği yapıp bizlerden kira almayan ve bizleri bedavadan besleyen ve ondan sonra da ömrünün ahirine değin yüreğinde bizlere en görkemli koltuğu veren kadın. Düştüğümüzde bacağı kanayan, ağladığımızda gözleri yaşaran, güldüğümüzde kahkaha atan, acıktığımızda acıkan. Onun şiirini kimse yazamaz, destanını kimse anlatamaz, kimse ifade edemez.
Anne sihirli bir kelimedir, bizi bizden alır sıcak ve mesut bir iklime sürükler. İçimiz ısınır birden, duygularımız yeşerir, renk gelir tenimize. Daha bir soluklanır, canlanır ve havalanırız. Memlekete bahar gelmiş gibidir annenin yanında durmak. Onun nefesi bir okşayıştır ruhumuzu baştan başa, sözü sihirli bir melodidir kulağımızın içinde akseden, dokunuşu ipek bir kumaşa dokunmaktır içinizi titretircesine.
Ömrümüzün moral kaynağı, güç deposu yüreğimizin, trafosu her şeyimizin. Karanlıkta kalır ama sizi karanlıkta koymaz; aç kalır ama aç koymaz; susuz kalır ama susuz koymaz; üşür ama üşütmez, ölür ama öldürtmez. Öylesine fedakâr, cefakâr ve hürmetkârdır evladına.
Başınız ağrıdığında aspirin olur size; öksürdüğünüzde şurup, sinirlendiğinizde sakinleştirici. “Annesilin” diye bir ilaçtır o! Her derdinize devadır; yaranıza merhem, ateşinize ıslak mendil, soğuk algınlığınıza sıcak bir çorba. Yırtık elbisenize yama, kabuk bağlamış yaranıza ipek bir el, kirli saçınıza yumuşacık bir şampuan, perişan duygunuza sokulacak bir liman… Daha ne’n olsun bu hayatta anne? Azrail geldiğinde dahi ömrünü sizin uğrunuza verecek kadar fedakâr. Bundan ötesi var mıdır? Sevgiliniz mi ömrünü verecek size, arkadaşınız mı, başkası mı?
Gecenin ilerleyen saatinde bir anne telefon açar yavrusuna. Gecenin üçünde ve yavrusu hırsla telefonu kaldırır gecenin üçünde telefon mu olur diye! Bakar annesidir: “Hayırdır anne!” diye seslenir. “Oğlum yok bir şey, sesini duyayım diye aradım.” der. “Bu saatte ses mi duyulur, telefon mu olur anne?” der oğlu ve ağzına geleni sayıp döker annesine.
Bir anne düşünün ki yavrusu tarafından azarlansın. “Bu saatte seni arayarak rahatsız mı ettim evladım, rahatsız mı oldun?” der kadın usulca. “Evet” der çocuk “rahatsız oldum.” Anne içten gelen bir duyguyla: “Oğlum sen de bundan 25 sene evvel bu saatlerde beni rahatsız etmiştin. Doğum günün kutlu olsun.”
Lütfen anneniz yanınızdaysa sarılın ona hemen uzağınızdaysa koşun yanına. Mesafeler ne olursa olsun aranızda. Bir dakikalığına da olsa yok sayın yaşadığınız dünyayı. Varsayın ki anneniz tek dünyanızdır yaşadığınız; ormanınız, okyanusunuz ve gökyüzünüz.
Yok sayın hastalığınızı, hüznünüzü, yalnızlığınızı… Koşun annenize hemen nerede olursa olsun; uzakta, çok uzakta, hatta atta da dahi olsa.
“Nahide Hanım söyledi yine:
Neden babama yazmışım da…
Anama şiir döktürmemişim.
Kaç kere yazdım cebimden uçup gittiler.
Ben on yedi yaşında beni yıkayan
Anneme şiir yazacak kadar şair değilim.”
Anneleri anlatacak yazı da şarkı da şiir de yok, bunu ifade edebilecek yazar da şair de.
gürhan gürses