Kendisini seyre dalan kızlara yüz çeviren sahabe… Yapabilir misiniz bunu bugün? İradeniz var mı o denli, nefsinize hakim olabiliyor musunuz onun gibi? Bize Musab gönüllü Müslümanlar lazım! Musab bakışlı iman edenler!
Hazreti Musab Bin Umeyr, aklıma geldikçe ağlarım. Sizlerde halinize ağlayın. Üzülün kendinize, ne hale gelmişiz idrak edin! Onun feragat ve fedakarlığının yüzde kaçını biz yapabiliriz diye bir muhasebe edin.
Zenginliğinize, doymazlığınıza, dünya malına meyletmişliğinize, süsünüze, kokunuza, malınıza, mülkünüze…Ve asıl canınıza acıyın! Bir kalemde silebilir misiniz bunları hayatınızdan? Bir defada atabilir misiniz çöpe gözünüzü kırpmadan? Mümkün değil, bir çorabı dahi kaybolduğunda dünyası yıkılmış olan günümüz Müslümanları siz yalan dünyanın yalan Müslümanlarısınız. Bir bardağı dahi kırıldığında ortalığı vaveylaya verenler! Bir malı kaybolduğunda yas tutanlar! İnancınızdan neler gidiyor her gün? İmanınızdan neler eksiliyor, üzülüyor musunuz? Bir tişörtünüzün eskimesi, yırtılması kadar önemsiyor musunuz bunu? Arabanızın çizilmesi, evinizin eskimesi kadar üzülüyor musunuz? Feda edebilir misiniz bütün malınızı en kutsal bildiğiniz değer üzerine? Gözünüzü kırpmadan verebilir misiniz elinizi en sevdiğiniz insanın uğruna? Kolunuzu, bacağınızı, başınızı kesebilirler bu uğurda razı olabilir misiniz? Musab öyle mi? Değil malını, tek tek her uzvunu-elini, kolunu, başını- feda ederek canını verdi Rabbine!
Musab, Müslüman olmadan önce Mekke’nin en zengin gençlerinden birisiydi. Bir dediği iki edilmezdi, sözü dinlenilirdi. En güzel o giyinirdi Mekke de! En güzel kokuları o sürünürdü. Peygamber Efendimizin “Mekke’de Musab’tan daha zarif, daha narin, daha güzel kimse yok idi. Saçları kıvrım kıvrım idi.” dediği zattı.
Musab, iman ettikten sonra ilkin ailesinden zulüm gördü. Açlık içinde kaldı, işkencelere maruz kaldı ama yılmadı. Sancaktarı oldu acının, düşürmedi imanını, sarsmadı inancını. Biz kim onlar kim, arada dağlar, okyanuslar kadar mesafe var! Onların imanı o denli sağlamdı ki yer yarılsa inançları sarsılmazdı, gök yırtılsa imanlarına bir halel gelmezdi.
Musab hem zengin, hem de çok yakışıklı… Giyimine kuşamına düşkün, kokusu eksik olmazdı. Ki o kadar yakışıklı ki sokakta geçtiği vakit o sokaktaki bütün kızlar pencereye çıkar ona bakardı. Onun dikkatini çekmek için onun kokularını sürünürlerdi. Lakin o hiçbirine bakmazdı. Size bakan bir kız oldu mu yüzünüzü çevirecek kadar mahcup musunuz? Onun bakışından rahatsız olacak kadar inançlı mısınız? Bütün gözler onun üstünde ama onun gözü yerde! Ne de güzel örneksin günümüz gençliğine ne de muhteşem bir idolsün! Tabi ki bilene, görene, anlayana ve bunu hayatına tatbik edene…
Bu zarif, bu yakışıklı, bu zengin adam şehit olduğunda üzerine kefen olacak hiçbir şey bulamamışlardır. Öteye bavul mu götürüyorsunuz, düşünün? En dayalı döşeli evinizi mi? En son model arabanızı mı? Canınızı alsınlar tek malınızı almasınlar. Öyle bir devirdeyiz. Fedakarlık nedir feragat nedir bilmezsiniz? Musab’tan öğreneceğimiz çok şey var.
Musab, ortada hesap!
Kim kârda kim zararda!
Ahirde yazar kitap!
Mekke’nin en yakışıklısı… En zengini… İlk İslam muallimi…Uhud sancaktarı… Peygamber efendimize benzeyen yiğit… Kefeni bulunamayan şehit! Elleri kesilir, sonra kolları…Bırakmaz yine de sancağı bedeniyle tutar. Sonra bir mızrak alır canını. Son nefesini verirken elindeki sancağı bir melek gelip alır. O Musab ki Peygamber Efendimizin sadece ona “Ya Musab, seni seviyorum.” dediği zattır! O Musab ki bugün aslında bir sancaktır.
Hz. Mus’ab şehit edildiğinde kırk yaşındaydı. Bir vakit zengin olan ve refah içinde yaşayan bu zatı muhteremi kefenleyecek bir örtü bile yoktu. Hz Peygamber yanına geldiğinde Mus’ab eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz Peygamber üzüntülü bir halde “Seni Mekke’de gördüğümde senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor.” demiştir. Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabeyi de Uhud Şehitleri arasına defnettiler.
Musab kadar olamadıktan sonra yaşamışsın ne yazar?
Musab’ı tanımadıktan sonra bunu okumuşsun ne çıkar?