Stefan Zweig’in 1922 yılında yayımlanan eserinin adıdır. Ne demektir Amok Koşucusu? Bir hastalık mı, illet mi, bela mı? Bu hayatın içinde de Amok Koşucuları yok mu? Bugün aslında herkes bir Amok Koşucusu olmuş. Kimi hastalıktan dolayı, kimi yoksulluktan, kimi zenginlikte, kimi şatafattan lüksten, kimisi de sevdadan dolayı. Gözleri hiçbir şey görmüyor, kulakları hiçbir şey duymuyor. Ağızları köpüre köpüre, acayip sesler çıkarta çıkarta ve önlerine çıkan her şeyi eze yıka koşuyorlar. Gülün peşinden giden kır çiçeklerini eziyor, paranın peşinden giden huzurunu yok ediyor, dünyaya takılan da ahiretini hiç ediyor.
Zweig müthiş zeki bir kalem. En alelade bir olayı dahi o kadar sade cümlelerle karşınıza çıkartıp sunuyor ki o metni bitirdiğinizde onu okurken almış olduğunuz zevki tüm hücrelerinize değin hissediyorsunuz.
Amok Koşucusu… Sıradan ve kendi halinde bir Malezyalı kafasında bir şeyler kurup ilgisizleşir ve olduğu yerde uyuşur. Sonra birden sıçrayıp hançerini çeker ve sokağa fırlar. Dosdoğru koşar, dümdüz… Nereye gideceğini bilmeden… Önüne ne çıkarsa hayvan ya da insan yere serer hançeriyle. Ve kan kokusu almış gibi büsbütün çileden çıkar. Koşarken ağzı köpürür, çılgın gibi olur. Yine de koşar, koşar, koşar. Sağını solunu görmeden, tiz bir çığlık kopararak kanlı hançeri elinde, hiçbir yana sapmadan dümdüz koşar.
Köylüler bir Amok Koşucusu’nu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler. Bundan ötürü de başkalarını uyarmak için uluyarak önden koşup “Amok, Amok!” diye haykırırlar, onları duyanlar da Amok’un güzergahından farklı yöne kaçarlar. Ama Amok Koşucusu; hiçbir şey duymadan, hiçbir şey görmeden koşar, koşar. Rastladığını yere serer ta ki uduz bir köpek gibi bir kurşunla yere serilinceye ya da ağzından köpükler gelip bayılıncaya kadar koşar ve durmaz.
Zweig, uzun yıllar Hindistan’da görev alan bir doktorun trajik hikayesini anlatıyor bu eserde. Sade ve anlaşılır bir dil kullanan yazar her zamanki gibi kendine özgü bir üslupla sıradışı bir konuyu ele alıyor. Seyahati sırasında geminin güvertesinde bir yabancıya anlattığı hikayesi, Hindistan’da görev alırken yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyen gururlu bir kadının isteğini sırf bu kendinden emin ve gururlu duruşu yüzünden reddettikten sonra ortaya çıkan saplantılı ve ıstıraplı pişmanlıkla başlıyor. Zweig her eserinde olduğu gibi kahramanların ruhsal tahlillerini okur üzerinde büyük etki bırakacak derecede bir psikolojik betimlemeyle gözler önüne seriyor.
Yardım etmeyi kabul etmediği kadının ardından bir Amok Koşucusu gibi fırlamıştı Doktor ama kadına yetişememişti. Kadının kim olduğunu öğrendikten sonra kadının evine kadar gitmişti ama kadın onu kabul etmemişti. Ölüm kalım koşusundaydı Doktor, nefes nefeseydi.
Geminin güvertesinde gece yarısı karanlığın kuytusunu siper alarak ortaya çıkan Doktor, böyle anlatıyordu ilk kez gördüğü kadını ve onun peşinden Amok gibi koştuğunu.
Hamile bir kadındı yardım için evine gelen, ona yardım edemediği için de kendisini suçlu buluyordu Doktor. Çünkü bu hamilelik gayrinizami bir ilişkinin meyvesiydi. Ve kadının kocası da yakın zamanda eve geri dönecekti gittiği uzun seferden. Kadın ona sırrını fısldamıştı. Doktor da o sırrı saklayacağına dair yemin etmişti. Kendisiyle görüşmek istemeyen dikbaşlı ve bir o kadar da gururlu kadına sonunda bir mektup gönderir: “Bağışladığınızı açıklayacak tek bir sözünüzü plaj otelinde bekliyorum. Saat yediye kadar cevap alamazsam kendimi vuracağım.” diye.
“İnancını yitirmiş bir Hıristiyan’ım. Ne cennete ne de cehenneme inanıyorum. Eğer cehennem varsa bana vız gelir. Çünkü o günlerde sabahtan akşama yaşadığım saatlerden daha korkuncu olamaz.” Kelimesi kelimesine adamın çektiği çile aynıydı. İlk görüşte hayran olduğu ve ardından ona yardım etmediği için pişman olup vicdan yaptığı kadının ardından her şeyden azade kılmıştı kendsini Doktor: evden, eşyadan, işten…
Mektuptan sonraki betimle: Küçücük bir oda, yakıp kavuran öğle sıcağı, bir masa, bir sandalye ve karyola… Masanın üstünde bir tabancayla saat…. Masanın önündeki Doktor, saatin ibresinden gözünü hiç ayırmıyor hep oraya bakıyor, ne yiyor, ne içiyor, ne sigara tütürüyor, ne de kımıldıyor. Yalnızca üç saat boyunca kadranın beyaz çevresinden tık tık çevreyi dolanan yelkovandan gözlerini hiç ayırmıyordu. “Hep bekledim, bekledim. Bir Amok Koşucusu’nun anlamsız, hayvandan farksız ve tek yönlü direnişiyle bekledim.” Beklenen cevap gelmişti nihayetinde ama pek de iç açıcı, kalp rahataltıcı bir şekilde değildi: “Çok geç, yine de bekleyin otelde. Sizi belki ararım.” diye kısa bir not göndermişti kadın ama aramayacaktı bile bile kendisini ölüme götürecekti. Uşağı, Doktor’u çağırdığında odada pis bir yatakta acılar içinde kıvranan bir kadın vardı. Oydu. Gururu ve asiliği yüzünden pis bir Çinli kadının bıçağı altına yatmıştı. Güvertede Doktor adeta yaşayan bir ölü gibi günah çıkartıyordu bunları anlatırken. “Çünkü ben budalaca davranarak onuruna saygı göstermemiş, hemen onun yardımına koşmamıştım.”
Doktor’un kaçak olarak bindiği gemide o kadının tabutu da vardı. Ona bir söz verdim sırrını kimse bilmeyecek diye. Bu yüzden onun tabutunun olduğu gemiye kaçak olarak bindim, kadını ölüme götüren sırrı kocası öğrenmesin diye de otopsiye kadar onu gözetleyecek, defnedilinceye kadar da onun yanında kalacağım. Bir insan nasıl ölür? Bu olay onun en güzel göstergesidir. Biri tabutun içindedir, diğeri de tabutun dışında. Tabuta cesetle birlikte kadını ölüme götüren sırrını da koydum. dedi Doktor.
Ertesi gün bir haber. Gemiden indirilirken bir tabut üzerine düşen bir cisimle karanlık suların dibini boylamıştır. diye. Doktor son görevini yapmış ve kadının sırrı ortaya çıkmasın diye kendisini feda etmiştir.
Amok Koşucusu’yuz hepimiz. Bu yüzden günümüz insanı en çok kalp krizinden ve beyin kanamasından ölüp gidiyor. Hangi beyin ve kalp dayanır ki bunca koşturmacaya, ağzından köpükler çıkarcasına delirmeye ve önüne çıkan her şeyi yok etmeye…
kaptan
Bir yanımız Narin çocuk… Bir yanımız Sıla bebek… Bir yanımız Diyarbakır… Bir yanımız Tekirdağ… Kuzeyi…
Bir çocuk vardı alışveriş merkezinin önünde. Elinde selpak, ayağında terlik, burnunda sümük, dudağında uçuk…Gözünde kapkara…
TELMİH DERGİSİ, SAYI 31, FİLİSTİN ÖZEL SAYISI Elimde hoparlör ile bir kamyonetin kasasında mahalle mahalle,…
TELMİH DERGİSİ, 32. SAYI, TELMİH SOHBETLERİ 1.Bize Gürhan GÜRSES'ten bahseder misiniz? İyilikten, güzellikten ve sevdadan…
Filistin ölü çocuklar ülkesi... Netanyahu da bu işin taşeronu. Ve onu alkışlarla karşılayan eller kurusun.…
This website uses cookies.