Dışarıdayım, ay ışığı aydınlatıyor geceyi. Sarıcan Yaylaları kadar net, Pilavtepe kadar fluyum. Bir enstantane ki karesinde yalnız bir ağaç varsayın dağ başında bana misal. Goman’ın eteklerinde ilçeye nazır demli kaçak çayı içerken buz gibi bir havada, yüreğimin titrediğinin ve hasbelkader yolumun çizilmiş olduğunun farkına vardım. O yoldan çıkamazdım artık.
Yalnızlığın en koyulaştığı ve demini bulduğu ruhtayım. Karanlıkta öten ishak kuşu bana arkadaş bu seyahatte. Var biraz da dolaş serseri, avare ve beyhude gönül. Sen de benimle uğraş ey yâr; başında derdin, yüreğinde ağrın olayım.
Seni ay ışığına benzetiyorum ey yâr, yalnızlığımı da içip içip söndürdüğüm sigaralara. Amansız bir yürek çarpıntısı sarıyor bedenimi. Senin olduğunu biliyorum; sensin evet, sensin buna sebep. Ay ışığında titriyorum. Bir an için seni gördüğümü zannediyorum oysa soğuk bir rüzgar yalıyor yüzümü. Halime gülüyorum ey yâr.
Ağaçların rüzgarda salındığı vakit çıkardığı hışırtı ismin gibi geliyor, dalıyorum. İsmin bir melodi sanki beni uyutan, bana huzur veren, beni sonsuza dek yaşatan. Kalecik Barajı’nda suya yansır güzelliğin.
Şimdi bir sen varsın, aşklar yok. Seni aramak var peşinde dolaşmak sokak sokak… Kanal boyunda, stabilize yollarda izini sürmek… Sonra ay ışığında durup durup seni yaşamak var ey yâr! İçinde zehirli bir ot gibi büyütüp sancılanmak… Suratıma inen bir tokat, yüreğime batan bir diken bu.
Seni seviyorum aklın almayacağı kadar, kilometrelerce derin… İnanıp inanmamak sana kalmış. Bir bulut geçiyor süzülerek, ağaçlar hışırdıyor karanlığın bir yerinde, karanlık ve soğukla baş başayız. Üşümek sözden başka bir şey değil burada, sensizlikte. Oysa seninle yaşadığımız kızgın bir yanardağ. İçimiz yangın yeri ey yâr. Bütün bir ilçeyi yakmayı göze alabilir mi bir insan aşkı için? Yüreğim 24 saat kanardağ. Hangi doktor tampon yapacak yüreğime kanı durdurmak için? Bu üşümek değil lavdan bir aşk ayaklarımızın bastığı, kordan öte bir su dudağımıza değen. Her bir kıvılcımı bu aşkın; etimize batan iğne, cımbızla koparılan parça tenimizden.
Ayrıydık, ayrı düşmüştük kuru yaprak misali. Hesaba katmamıştık yalnızlığı, Kiğı Karakoçan Tur’un seni alıp çok uzaklara götüreceğini ve ayrılık saatini…Bilseydim öyle olacağını ve sensizliğin kahredeceğini…Öldürürdüm yalnızlığı ansızın, devirirdim otobüsü, paramparça ederdim saati. Bilseydim seni alıp götüreceğini ve beni karanlık gecelerin uğursuz kuşu eyleyeceğini.
Şimdi yalnızım ve dünden daha fazla seviyorum seni.Yüreğim kanar dağ, içim yanardağ. Anla hali pür melalimi. Çalan şarkılar seni getirmiyor. Garajda seyyar tablasının içinde bütün semte dengbejleri dinleten seyyarın hoparlörüyüm. Bu yüzden kendimi harap etmiyorum. Okuduğum binlerce sayfa seni anlatmıyor. Bırakıyorum kitapları, okumuyorum bir daha.
Bu havada beni boğan ve rahatsız eden bir şey var. Kıl oluyorum her şeye artık. Bir insan kıllığı kadar insandır; direnmişliği, hasetliği, gammazlığı, ketumluğu kadar. Her şey et ve kandan ibaret değildir. Her şey pozitif de değildir dünyada. Negatif durumlar da en az pozitif durumlar kadar elzemdir. Bay kusursuzlara, bayan mükemmellere hitabendir söylediğim. Dört dörtlük olanlaradır sözüm.
Sensiz hiçbir şeyin anlamı yok, bu kadar net işte. Rest çekiyorum yokluğunda her şeye. Bir sevmişliğim vardı seni erkekçe hâlâ onun tesirindeyim.Yoksa yoksa bu kadar koymazdı bana ayrılık.
Şimdi yine seni düşünmek geldi aklıma. Yüreğimin metcezirisin. Daha demin seni bulmak için kilometrelerce yol yürüdüm. İşte sen; kahreden, aşkından deleyleyen ve köpek köpek gezdirenim. Saat geceyi vuruyor, yokluğun başımda zonkluyor. Gel artık desem. Uyutmaz biliyorum bu hergele. Bu çalgı acayip, bu çalgı beynimi çürütüyor. Çılgınca isteklere itiyor beni. Çıkıp hiç durmadan koşmak… Aşk, kovalamaktır ama asla yetişememektir. Aşk ellerin boşta kalmasıdır.
Kaç şehir gördüm, hiçbirinde sen yoktun. Olmadığın her yer yıkılsın işte, bu bir beddua değil. Sana şahit olan şehir ne mutlu, insan ne güzel, sen ne güzelsin. Dönüyor değirmen misali dünya, bense zamane Don Kişot, gölgenin peşindeyim sevgili. Görüyorum sonsuz boşluklarda sallanıyor gül siyahı saçların. Gülümseyişini bir kutup yıldızında, ağlayışını bir yağmur bulutunda ve öfkeni çatık kaşlı şimşeklerde. Sonra bir fiske vurumluk can sandalımı alabora ediyorsun. Şimdi sen yakan yıkanımsın. Korkunç derecede bir dağsın ve bana en temiz havalarını, en berrak sularını getiriyorsun ve ben canlanıyorum ölüme yakınken. Seni görüyorum hayal meyal. Ağlıyorum hıçkırasıya.Yalnızlığımı hatırlıyorum, gözyaşlarım gibi gerçek asık suratlı yalnızlığımı. Yani sensizliğimi, kurumuşluğumu dal gibi.
Sokakları en iyi ben bilirim, köşe başında bekleyen dilencileri en iyi ben tanırım ve bir erkeğin durup dururken neden ağladığını en iyi ben tahmin ederim. Harcadığım onca zaman inan ki değer sana. Zaten işim bu; alınyazım, kaderim. İçimdeki dev bunu istiyor. Böyle mutluyum, hep arıyorum ya! Her neyse bazen yaklaşıyorum sana, o heyecan yok mu? Sadece yaşamak lazım yazmak nafile. Kavuşamıyorum sevgiliye, bile bile.. Böyle güzel n’edeyim. Hep uzakta yana yana, yakıla yakıla; hep bir gün geç olsun diyorum sevgiliye kavuşmak çünkü kavuşma yalan, kavuşurken mutlu olmak daha büyük bir yalan.
Ben hep yetişecek gibi kalmalıyım sana ey yâr! Tam dokunacakken sana yitmelisin. Hep bir adım önde olmalısın. Rastlama bana bir dağ başında, bir orman yeşilinde…Bir deniz mavisinde aynı havayı teneffüs etme, aradığım yerde bulunma. Bunca zevki başıma yıkma ve asla da acıma bana.
Gürültüler olmalı çevrende, kalabalıklar… İzini kaybettirmeli yaşadığın şehir. Seni kalabalıklarda aramalıyım. Kalabalıkları tek tek tutup bakmalıyım yüzlerine. Hangisi sana benziyorsa tutup öldürmeliyim. Seni seviyorum, sana benzeyenleri değil. Ara sıra uzaktan uzağa da olsa göstermelisin kendini sonra kaybolmalısın. Sil baştan aramalıyım seni. Binlerce sen olmalı ama hiçbirinde seni görmemeliyim. Yarın bir daha seni aramak için ufacık da olsa bir bahanem olsun.
Bir yanımız Narin çocuk… Bir yanımız Sıla bebek… Bir yanımız Diyarbakır… Bir yanımız Tekirdağ… Kuzeyi…
Bir çocuk vardı alışveriş merkezinin önünde. Elinde selpak, ayağında terlik, burnunda sümük, dudağında uçuk…Gözünde kapkara…
TELMİH DERGİSİ, SAYI 31, FİLİSTİN ÖZEL SAYISI Elimde hoparlör ile bir kamyonetin kasasında mahalle mahalle,…
TELMİH DERGİSİ, 32. SAYI, TELMİH SOHBETLERİ 1.Bize Gürhan GÜRSES'ten bahseder misiniz? İyilikten, güzellikten ve sevdadan…
Filistin ölü çocuklar ülkesi... Netanyahu da bu işin taşeronu. Ve onu alkışlarla karşılayan eller kurusun.…
This website uses cookies.