Çocukluğumda oyun oynamak için dışarı her çıkışımda annem seslenirdi ardımdan: “Oğlum, karanlığa kalma sakın!” diye. Oysa bugün, gündüzüm karanlık, önüm ardım, sağım solum… Ne yana baksam bir iğrençlik çıkıyor karşıma, insanlık dışı bir fiil karşılıyor beni.
Televizyonu açsam Suriye’de katliam var diyor sunucu. Görüntüler var katledilen insanlara ait. Seyretmekten gayri bir şey elinden gelmiyor bilmem kaç milyar insanın. Çaresiz çekirdek çıtlatıp tavşankanı bir çay eşliğinde yüzlerce insanın ölümü kutlanıyor her karanlık evde. Gazeteleri açsam eşi tarafından katledilmiş bir kadını görüyorum uluorta bıçaklanmış bir vaziyette. Can pazarındayken bir kadın diğerleri canlı bir et programında yayınlanmak üzere eş seçiminde. İğreniyorum çöpçatanlıktan, aşkın bu rezil hali içime işliyor. Utanıyorum Leyla ve Mecnun’dan.
Anam bu dünya o dünya değil artık. Eskiden karanlık çökerdi vakti geldiğinde. Şimdiyse vakitsiz karanlıklar çöküyor sabahtan. Farkında değil oysa hiçbir Allah’ın kulu. Varsa yoksa çoğunun derdi günün geçer pulu. Anam karanlığa kalma derdi, oysa bugün tümden karanlıktayım.
İğreniyorum bu dünyadan. Çıkar üzerine inşa edilen dostluklardan. Bir hiç uğruna kıyılan canlardan utanıyorum. Pespayeliğin sermaye olduğu, bet mayalı kişilerin hami olduğu, kötülük çiçeklerinin santim santim bittiği, insanlığın yerde kaldığı bir dünyada yaşamaktan tiksiniyorum Exupery gibi…
Bir Japon çocuğunun kâğıttan yaptığı turna kuşuyum oysa. Açlıktan ölmek üzere olan bir çocuğun annesinin gözlerindeki çaresizliğim oysa. Bir köpeği canlı canlı kaynar suya atan ve onu haşlayan zihniyetle aynı yerkürede yaşıyorum. Ya sabır diyorum, el insaf, vay başımıza gelen…
Çocukluğumda oyun oynamak için her dışarı çıkışımda annem seslenirdi ardımdan: “Oğlum, karanlığa kalma sakın!” diye. Oysa bugün, gündüzüm karanlık. Anam bu dünya o dünya değil artık. Cinnethanedir üstü açık, yüznumaradır belki kokusu her yere yayılan ve mahpushanedir insanı kandıran.
Nefret ediyorum bu dünyadan. İlahi aşka kanat çırpan o eski gönüller nerede? İnsanı her şeyin merkezi sayan o yüce düşüncelere ne oldu? Dünyanın herhangi bir köşesinde haksızlığa uğrayan bir canın dahi mesuliyetini kendinde gören ve hisseden ehli dillere ne oldu? Nereye gittiler, bizi neden yalnız koyup karanlıkta bıraktılar? Yoksa ahir zaman dedikleri bu mu? Kıyametin ayak sesleri mi tüm bunlar? Erkeklerin kadınlaşması, binaların kocaman kocaman yapılması, inancın zayıflaması, ahlakın çürümesi, namusun ayaklar altında paspas olması. Yoksa sona mı geldik?
Çocukluğumda oyun oynamak için her dışarı çıkışımda annem seslenirdi ardımdan: “Oğlum, karanlığa kalma sakın!” diye. Oysa bugün, gündüzüm karanlık. Anam bu dünya o dünya değil. Asrısaadet değil, mesut insanların dünyası, akil insanların diyarı, gönül erlerinin vakti… Ne yaptık bu emaneti söyleyin? Sahipsiz mi sandınız evreni? Koca bir boşluk olarak mı addettiniz gezegenimizi? Yok mu saydınız yaratanı? O zaman son espriyi iyi düşünün lütfen! Uçurumdayız, ufacık bir yel dahi bizleri cehenneme uçuracak. Yaşadığımız dünyadan pek farkı yok gideceğimiz yerin. Orada da fokur fokur kaynarız yine dünya milleti olarak. Parselleriz orası senin burası benim diye. Coğrafyalarımız olur yine, milletlerimiz olur: beyaz, siyah, sarı diye. Orada da krallığımızı ilan ederiz yine süper güç diye. Bu dünyanın zebaniliği yetmedi orada da zebaniliğini gösterecek yine bazı ülkeler.
Dünya yok oluşa doğru hızla gidiyor. Bizlerse çekirdek çıtlatıp televizyonumuzda yahut bilgisayarımızda sanal bir yalnızlığın ve yapaylığın kucağında seyrediyoruz olan biteni. Fragmandır izlediğimiz film başlamak üzere.
Anam bu dünya o dünya değil artık. Bekle beni, eve erken geliyorum. Dışarısı tekin ve insanlar sakin değil. Karanlık yüzlü adamlar dolaşıyor dışarıda, cinnet gözlü adamlar gözlüyor her yeri, nefret saçan insanlar ortalıkta, katil ruhlular piyasada. Anam bu dünya o dünya değil.
Bir yanımız Narin çocuk… Bir yanımız Sıla bebek… Bir yanımız Diyarbakır… Bir yanımız Tekirdağ… Kuzeyi…
Bir çocuk vardı alışveriş merkezinin önünde. Elinde selpak, ayağında terlik, burnunda sümük, dudağında uçuk…Gözünde kapkara…
TELMİH DERGİSİ, SAYI 31, FİLİSTİN ÖZEL SAYISI Elimde hoparlör ile bir kamyonetin kasasında mahalle mahalle,…
TELMİH DERGİSİ, 32. SAYI, TELMİH SOHBETLERİ 1.Bize Gürhan GÜRSES'ten bahseder misiniz? İyilikten, güzellikten ve sevdadan…
Filistin ölü çocuklar ülkesi... Netanyahu da bu işin taşeronu. Ve onu alkışlarla karşılayan eller kurusun.…
This website uses cookies.