Yolcu’nun 91. sayısında yayımlanan “Derviş” adlı hikâyem
Başında serpuşu, sırtında heybesi, üstünde cepkeni, elinde asası, altında şalvarı ve ayağında çarığı… Hafif uzatılmış kırlaşmış sakalı, hafif sürmeli ve içe işleyen gözleri ve yanık teniyle tam bir zaman ötesi dervişti o.
Kaç kum fırtınasını aşmıştı acaba, kaç okyanus dalgasını, kaç dağ başını, kaç yanardağı? Kaç eşkıyayla muhatap olmuştu, kaç haramiyle mücadele etmişti, kaç cellada gülümsemişti acaba! Kaç kez âşık olmuştu kim bilir, kaç güzele kemendini atmıştı aşkın, kaç dilbere ram olmuştu acaba?
Yüz yıllarca önceden gelmiş gibiydi. Bu zamana ait değilmiş gibi duruyordu öyle yürüyordu. O, dünyadan bihaber değildi de dünya ondan bihaberdi. Var mıydı yok muydu bir muammaydı. Deryada katreydi, tozda zerreydi. Siyahın içinde siyah noktaydı, beyazın içinde beyazdı. Onunla konuşmak istiyordum, tanışmak… Bir çay içimlik de olsa oturmak…
– Ey Derviş, selam sana! Yolculuk nereye böyle?
Sesimi duyunca durdu ve bana çevirdi yüzünü. Tane tane sarf etti sözünü.
– Selam ey fani, yolculuk benden onadır.
– O dediğin…
– Yusuf’ta Züleyha’dır. Kays’ta Leyla’dır.
– Sevgiliye yani!
– Aşktan azade bir can var mıdır bu âlemde sence?
– Bilmem ki!
– Biz afitabın parçalarıyız ki bu âleme düşmüşüz ve yanmaktayız her daim. Sen alevi güneşten ayrı mı bilirsin? Biz o deryanın damlalarıyız ki bu dünyaya düşmüşüz ve sırılsıklamız. Sen damlayı deryadan uzak mı bilirsin?
– Sevmek ve âşık olmak için yaşadığımız vaktin, pek de senin içinde taşıdığın sevgi ve yaşadığın aşka uygun olduğunu düşünmüyorum ey derviş.
– Zaman ve mekânı aştım da geldim. Dalgaların en üstünde taştım da geldim, ateşlerin en üstünde yandım da geldim. Bu dünya sadece bir adımlık yol, ben o yola ömrümü verdim de düştüm. Bu dünya bir saliselik zaman ben o saliseye yıllarımı verdim de geldim. Ve o sevgili, ben o sevgiliye vasıl olmak için kendimi yitirdim de geldim. Kâh esen yele verdim kalbimi, alsın diye dünyaya ait ne varsa kalbimde, silsin tozunu maddi olanın. Kâh ateşe attım kendimi, yaksın diye sevgilinin dışında hissettiğim her şeyi, kül etsin bende o olmayan her şeyi. Kâh sele kaptırdım canımı, sırf sevgiliyi daha coşkun nasıl sevebilirim diye, onu boğarcasına sevmeyi öğrendim.
– Diyecek bir şey bulamıyorum sana! Bu anlattıkların kitaplarda kaldı, hikâyelerde…
– Her insan kendi kitabını yaşar ve yazar. Kendi hikâyesini… Nefsinde bulursa bunun karşılığını ve kalben inanmışsa hikâye tamamdır o zaman. İçine bakmayı bilmeli insanoğlu. Hep dışta arar mutluluğu, maddede… Oysa çarşıda pazarda saklı değildir mutluluk, kalptedir kalpte. Sevmeyi öğrendin mi yaratılan herkesin bir şaheser olduğunu görmeye başlarsın. Bakmayı bildin mi dünyanın en güzel nimetinin göz olduğunu anlarsın. Konuşmayı öğrendin mi dünyanın en güzel kelimelerinin sende olduğunu anlayacaksın. Her şey sende başlıyor ve bitiyor. İçine at bakalım aşk tohumunu. Bir sarmaşık gibi nasıl da saracak seni boydan boya. Aşka dönersen yüzünü bu dünyanın bir aşkın sonucu olarak yaratıldığını idrak edeceksin.
– Bir çay daha içer misin derviş!
– Maksadım çay içmek değildi, o bahaneydi. Selam verdin ve verdiğin selamın gereği olarak aldım selamını. Şimdi bende senden müsaade istiyorum. Âşık âşklıkta gerek! Varış elbet mutlak olanadır, var olanadır. Gerisi değil mi ki hep gölge, hep hayal… Aklım ona meyyal, gönlüm ona helal! Sen Leyla dersin ben çöl kesilirim Mecnun’a, sen Züleyha dersin ben zindan olurum Yusuf’a, sen Pervane dersin ben ateş olurum Mum’a.
– Aşkla kal ey derviş, bana şunu öğrettin: Aşk olunca kalpte gerisi hep yalan olur gerçekte.
– Seni gerçek sandığın uyku âleminden uyandırdıysam ne mutlu bana. Asıl hakikatin gittiğimiz yolda, sevdiğimiz kalpte, konuştuğumuz dilde, gördüğümüz güzelliklerde saklı olduğunu unutma. Sen taşa bakıp dağı, damlaya bakıp okyanusu, çiçeğe bakıp baharı, kıvılcıma bakıp yanardağı, göze bakıp kalbi, kalbe bakıp aşkı görürsen düş yola! Yollar düşe – kalkanlarındır.
Derviş nasıl uzaklaştı yanımdan anlayamadım. Kuş olup uçtu belki, rüzgâr olup esti, sihir yapıp yok oldu belki de. Bir düş müydü acaba diye düşünmeden yapamadım. Sağa sola baktım, göğe yere baktım. “Yaşamak güzel şey!” dedim “yaşamayı bilene…” “Çok şükür.” dedim “çiçeğin kokusunu alabiliyorum, kuşun ötüşünü duyabiliyorum, kalbin atışını ve aşkın varlığını iliğime dek hissedebiliyorum.” GÜRHAN GÜRSES
Bir yanımız Narin çocuk… Bir yanımız Sıla bebek… Bir yanımız Diyarbakır… Bir yanımız Tekirdağ… Kuzeyi…
Bir çocuk vardı alışveriş merkezinin önünde. Elinde selpak, ayağında terlik, burnunda sümük, dudağında uçuk…Gözünde kapkara…
TELMİH DERGİSİ, SAYI 31, FİLİSTİN ÖZEL SAYISI Elimde hoparlör ile bir kamyonetin kasasında mahalle mahalle,…
TELMİH DERGİSİ, 32. SAYI, TELMİH SOHBETLERİ 1.Bize Gürhan GÜRSES'ten bahseder misiniz? İyilikten, güzellikten ve sevdadan…
Filistin ölü çocuklar ülkesi... Netanyahu da bu işin taşeronu. Ve onu alkışlarla karşılayan eller kurusun.…
This website uses cookies.