Nedim de yok bugün, servi boylu sevgili de, o eski İstanbul’da. Bu şehri şehir yapan güzellikler bir bir yok olup gidiyor ve mirasyedi bir toplum haline gelerek İstanbul’u tüketiyoruz.
Erguvansız bir İstanbul, duvaksız gelindir. Rabbim akıl, fikir ve manevi bir ilham versin.
29 Mayıs 1453, İstanbul’un fethi… 569. yıl dönümü bu sene. Yeni bir fetih lazım kalpleri ve akılları fethetmeli sonra milliliği ve yerliliği… Bu ülkenin olmazsa olmazımız ve vazgeçilmezimiz olduğu… Ahlakın, erdemin, doğruluğun, iyiliğin ve güzelliğin fethini…
Edebin bayrağını kalplere dikecek olan Ulubatlı Hasanlar olmalı bugün, gönüllere hükmedecek Akşemseddinlerimiz ve aklı dumura uğratıp ufuk açacak Fatihlerimiz.
Tecavüzlerin olmadığı bir İstanbul; hırsızlıkların, kabadayılıkların, uyuşturucunun ve düzensiz göç kalabalığının… Terörize fikirlerin ve militarize hareketlerin hayat bulmadığı bir İstanbul düşünüyorum. Ülkesini seven ve bu sevdayı İstanbul’la süsleyip zirveye taşıyan, İstanbul’un dokusunu bozmayan ve o dokuya uygun hareket eden asil bir nesil. Hedef bu işte; Leyla, Züleyha, Şirin…
İstanbul, Asya ve Avrupa’nın gerdanlığıdır. Bir nadide mücevherdir ki göreni kendisine aşık eder, hem derler ki İstanbul’da doğan herkes şairdir diye. Bunu eski İstanbul için söylemişlerdir elbet, çiçeklerle, bağlarla, bahçelerle dolu İstanbul için. Betondan bağlar yokmuş eskiden, binalardan bahçeler ve direklerden çiçekler. Kalabalığı yokmuş, araçları, marmarayları, trenleri, uçakları, tünelleri, tüpleri… En güzel Türkçeyi konuşurmuş İstanbul’un hanımları. Üstâd boşuna dememiş “Türkçesi bülbül kokan, İstanbul” diye. Küfürler, sinkaflı sözler, amiyane tabirler, nobran hareketler yokmuş. Zarafetin timsaliymiş İstanbul, letafetin ve taravetin. Yorgun değilmiş kalabalıklardan, çürümüyormuş ahlaken, küflenmiyormuş betonlaşarak, yok olmuyormuş ev üstüne ev kurarak! Nedim’i yok bugün İstanbul’un “Gidelim serv-i revânım yürü Sad’âbâde.” diyen. Yahya Kemal’i yok bugün İstanbul’un “Ben Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü sevdim.” ve Sait Faik’i, Ahmet Rasim’i.
Fethin 569. seneyidevriyesindeyiz lakin hâlâ ruhları fethedemiyoruz. İstanbul gibi olmalı her yer bizlere “fethi zor fatihi tek.” Kalpler de öyle olmalı akıllar da. Girebilmeliyiz gönüllere Mevlanaca, Yunusça dokunabilmeliyiz kalplere, İstanbulca konuşabilmeliyiz herkesle.
O ne mutlu komutan ki, o ne kutlu asker ki, gemileri karadan yürütüp Şahi toplarıyla surları vurup fethetmiştir İstanbul’u. Lakin askeri olarak alınan İstanbul acaba ahlaki yönden fethedilebildi mi bugün? İnsanlar İstanbul’u yaşanılır kılabildi mi? Ne hale getirdik emaneti diye sormak haddimize düşüyor.
Fatih 21 yaşındadır İstanbul’u fethettiğinde. Bugün 21 yaşında uyuşturucunun koynundadır gençlerimiz. Fikri fuhşun ve terörün… İstanbul’un fethini eleştirenler var, Fatih’i kötüleyenler… Kolay iş olsa gerek karalamak! – ki Türkiye’de en kolay iş atıp tutmak- Kendine düşman olmak bize has bir özellik olsa gerek. Mazisine küfretmek ve bu küfrü hak bilip mesafe kat’etmek “halt etmek”tir binlerce kez.
“Şahadet parmağıdır göğe doğru minare.” diyor Necip Fazıl işte o şehadet parmağı Ayasofya açıldı İstanbul’un kalbinde. Artık İstanbul’un kalbidir Ayasofya. O kalp özgürdür bugün ve kan pompalıyor inancın âlemi saran damarlarına.
Elbet muştulanacaktır yeni yüzyılda İstanbul’un fatihi yine. İslam’ın sarsılmaz kalesi olacaktır sonsuza değin ve Leyla’sı olacaktır kendisini Mecnun hisseden Doğu’nun. Batı’nın riyakârlığına, sahtekârlığına, şehvetine ve hilekârlığına inat Doğu’nun diğergamlığını, fedakârlığını, iffetini ve cefakârlığını inşa edecektir.
Havaalanları tesis ediyor, denizin altından yürüyor, tünellere açıyoruz ama insani bir şeyler hep eksik kalıyor ülkemde. İnsani yollar kapalı hep, kalbi şeyler tıkalı… Kalbe yürümeli, ulaşmalı ve kalbi yaşamalıyız. Yoksa Avrupa oluruz, maddeye dost manaya düşman!
569. yıl dönümü fethin. Yine de İstanbul’un değerini şairin şiiriyle hatırlayalım
“Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır” (Bu İstanbul şehri ki misli benzeri yoktur. Bir taşına bütün Acem mülkü fedadır)