– Ne yapıyorsun Yaşar’ım?
– Çay içim. derdi rahmetli her zaman. İlçemde samimiyetinden emin olduğum insanların başında gelirdi Yaşar. Mekanı cennet olsun Karakoçan’ın başı sağ olsun.
Mezarlıklar en güvenilir ve en huzurlu mekânlarıdır yeryüzünün. Eskiden yolda ve dışarıda kalanlar mezarlık ararmış konaklamak için. İlçemizde anlatılan aşağıda ifade ettiğim olay Gültepe Mezarlığı’nda geçmekte ve sahiden de dikkat çekici, delilik ve deha arasındaki bıçak sırtı kadar olan ayrılığı görmemiz açısından da manidardır.
Olayın geçtiği yer İlçemiz Gültepe Mezarlığı…
Kahramanlar ise Gıras YAŞAR, bir hayalet ya da ruh ve bir grup Yaşar’a takılan ilçemin genci… Film gibi oldu ya, neyse? Filozofvari bir ifade, not almamız gereken bir cümle ve mim koymamız gereken bir düşünce. İmkân olsa da yarına kalması adına dün ve bugün ve yarın ilçemize renk katan, tat veren bu gibi şahsiyetlerin hepsini gönül rahatlığı ile ifade edebilsem. Ama bu mümkün değil Karakoçan’da. Yaşar bir garip adam ilçemde… Deli deseniz şık durmaz, mecnun deseniz uymaz, gariban deseniz eh işte, kimsesiz ve başıboş deseniz olabilir, ama en çok olanı İlçemin 12 Dev Adamı’ndan birisi. Adam gibi adamlardan yani… Eskinin taş ustalarından bir usta. Yaşıtları anlatır maharetini. Gözler o biçim, yakışıklı mı yakışıklı bir adamdır ilçemde. Yaklaşır yanınıza ya bir çay parası ister ya bir sigara. Karışmazsınız bir numaradır, karışırsanız kızar durur kendi halinde. Bazı akşamlar Gültepe Mezarlığı’nda yatarmış, herhalde en sakin yer olarak orayı görürmüş. Kimseden çıt çıkmazmış belki de ondan. Akıllısı delisi birdir belki de, zengini fakiri, padişahı kölesi… Onun hesabı bizimkine uymaz bizimkisi de onun hesabına uymaz. Ama akıllı olan kim memlekette? Asıl tımarhane dışarısıdır görene. Asıl trajedi su içinde suyu bilmeyen balık gibi yaşayan insanların olmasıdır.
Bir akşamüstü başı önde, gönlü zinde, gözü alttan bakan bir tarzla mezarlığa doğru akarken Yaşar, kendisine oyun oynamak isteyenlerin haline belki de kalp gözü ile gülmekteydi. Yaşar uygun bir yer bulup kaparken gözlerini yalan dünyaya, makaracı olan, gırgır ve şamata çıkartmak isteyen grup da içlerinden birisini kefen misali beyazlara büründürüp güya Yaşar’ı korkutmanın yanlış hesabı içerisindeydi. Bekledikleri anı yakaladıklarını zanneden grubumuz beyaz bir hayalete benzettikleri yok bir ruha büründürdükleri kurbanlarını Yaşar’a doğru postalayıverirler. Uzaktan uzağa da çıkacak olan hengâmeden nemalanıp güya eğleneceklerdi. Yazık onlara ki asıl göz kapakları açık ama ayakta uyuyanlardan oldukları için. Bizimkisi yaklaşır mışıl mışıl uyuyan Yaşar’a. Ellerini havaya doğru kaldırmış, kollarını iki yana açmış bir vaziyette sahiden de gecenin karanlığı üzerinde raks eden bir hayalet gibiydi bizimkisi. Bir de ağzından korku filmlerini andıran sesler çıkartıyordu ki sanırsınız sahiden zombiler çıkmış sahneye. Tabiî ki bunlar Yaşar’a vız gelir tırıs gider. Bizimkisi tam Yaşar’ın başına gelir ve alabildiğine heybetli görünmek için nefeslenir, kollarını daha bir yukarı kaldırır ve alabildiğine homurtulu bir ses çıkartır: “Vooouuuuvvvvv!” diye. Arkadaşları uzaktan uzağa kahkahalar atmaktadır ve az sonra Yaşar’ın madara olacağı anda zevkleri tavan yapacaktır. İşte o an: “Voouuuuvvvvvvvvvv!” Yaşar’dan: “Abooovvvvv!” diye bir yanıt gelmez elbette ki. Acayip derecede çıkan bu avazın karşısında Yaşar gözlerini açar, başını kaldırır ve dünya kurulalı beri onun sırrına vakıf olma derdinde olan nice feylesoflara ışık olabilecek bir ses tonu ve olgunlukla: “Git ulan git! Ne var dünyada? Git yat.” diye seslenir ve başını yere indirir, gözlerini kapatır ve gaybi âlemin sonsuzluğuna kayıp gider kendi halinde.
Bizim sahte hayalet ya da zombi ya da ruh her ne ise sap gibi kalakalmıştır mezarlığın ortasında. Arkadaşları uzaktadır ve sanki tüm mezarlık ayaklanmış ona doğru gelmektedir. O ise aslında avazı çıktığı kadar bağırmak, bacakları açıldığı kadar açılıp kaçmak istemiş ama ne çare? Nutku tutulmuş, bacakları kilitlenmiş, altı ıslak bir vaziyette hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Derler ki o şahıs hidayete ermiştir.