“Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil ama hiç değil.
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, toprağına benzer.
Suyunda yüzen balığına
Toprağını iten çiçeğine
Dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları…”
Edip CANSEVER’İN “Mendilimde Kan Sesleri” adlı şiiri. Daha önce duymuş muydunuz ya da okumuş muydunuz bu şiiri? Sahi Edip CANSEVER’İ tanır mısınız? Yok, o zaman soruyu şöyle sorayım: “Şiiri sever misiniz?” Hayır yine olmadı. Bakalım, şiir yazar mısınız? Herkesin şair bir yanı olmuştur ezkaza aşkın kavak yelleri eserken kafalarda! Değil mi dostlar? Her neyse! Bu kadar lafügüzaf yeter.
Ne kadar da benziyoruz Karakoçan’a dostlar! Hiç düşündünüz mü? Kışın sert geçtiği bir ilçede sert bakışlı olmamız hani olmazsa olmazı değil mi bu iklimin? Kara kaşımız, kara gözümüz mest etmez mi bir ahu gözlüyü? Bu toprağın adamı esmer olmazsa olmaz değil mi? Rakımı yüksek bir memleket bizimkisi. Başka hikâyesi gizli. Rakımın yüksekliği adamlığının yüksekliğine işaret değil midir buranın? Hoşmat’tan sonra bir keskin bıçakla ayrılmış gibi farklılaşmaz mıyız? Toprağından tutun da nebatına, sebatına, kabahatine değin değişik gelmez miyiz? Gönül rakımımızın yüksekliği başını döndürür düşmanımızın. Sert mizacımız canını yakar hasmımızın. Yağızlığımız başka bir yakışıklılık katar pozumuza.
Ne kadar da benziyoruz Karakoçan’a dostlar! Karakoçan adının geçtiği her metin Golan’ın dibinden çıkıp gelen bir kaynak gibi içimizi kabartmaz mı? Daha bir cakalı, fiyakalı olmamıza sebep olmaz mı? Ruhumuzun serazatlığı Golan’da gezen dağ keçilerinin azatlığı gibi değil mi yoksa? Yoksa biz kendi korkularına mahkum, eziyetlerine maskot, egolarına mağlup olan mahallenin itilmiş ve oyun dışı kalmış çocuğu muyuz? Yoksa biz Karakoçan’a benzemiyor muyuz? Boyumuz boyuna, huyumuz huyuna, suyumuz suyuna denk düşmüyor mu Karakoçan’la?
Bir akşam vakti mahalledeki çocukların oyun bitiminde söyledikleri “Evli evine, köylü köyüne… Evi olmayan sıçan deliğine…” tekerlemesinin muhatabı mıyız? Karakoçan başımızı soktuğumuz ev değil mi? Hani nereye gidersek gidelim; özlediğimiz, adını duyduğumuzda galeyana geldiğimiz, üzerine titrediğimiz… Sahi siz benziyor musunuz yaşadığınız coğrafyaya? Elleriniz nasırlı mı toprağı gibi acaba? Gururunuz yüksek mi Kuruca’sı gibi? Gönlünüz geniş mi ovası gibi?
Bir yanım hep Karakoçan. Bir sözüm, bir gülüşüm, bir bakışım… Uğruna heder ve heba edişim kendimi. Bir yanım hep Karakoçan, gözlerimi ilk açtığım yer ve kapadığımda olacağım yer. Ne kadar da Karakoçan’ım bugün, ne kadar da Tepe’yim? Ev yapımı dondurmaları geldi aklıma birden; bardağı beş kuruştan; sütlü, vişneli, limonlu… Adliye lojmanları geldi ne hikmetse ansızın, şimdi ölü doğmuş bir çocuk gibi Karakoçan’ın orta yerinde duruyor Belediye lojmanı olarak. Bekir amcaların sineması geldi aklıma “Bugün neden ilçede bir sinema salonu yok?” diye soruyorum kendime. İzanım almıyor bir türlü. Geriye doğru mu yol alıyoruz acep? İki ileri bir geri…
Yerel radyosu vardı ilçemin 90’lı yıllarda iki tane. Bugün kulağımız Kovancılar’da, ismimiz yaban topraklarda yabancı ağızlarda anons ediliyor “Falancadan özel birisine gelsin.” bu şarkı diye.
Top oynadığımız Bektaşların tarlasını unutmak mümkün mü? Kim “Ben Karakoçanlıyım.” diyorsa “Kupık’ı bilmeden olmaz.” diyoruz. Oysa hüzünlenerek söylüyorum ki bizim Karakoçanımız bugünkü Karakoçan değil. Kendi memleketimizde yabancıyız bugün. Bu türkü bizim türkümüz değil, bu elbise bizim elbisemiz değil! Haykırıyorum işte “Benim büyüdüğüm ve karakterime değin sinen Karakoçan bu değil!” diye.
Çok şeyi yitirdik, es geçtik. Belki çok zenginleştik, belki çok makamlaştık ama haddimizi aştık gibime geliyor. Çok basit ve çok kolay bazı şeyleri unuttuk ya da yitirdik. Mesela güvenmeyi birbirimize, gurur duymayı herhangi birimizle, mesela sevmeyi, övmeyi, karşılıksız bir şeyler yapmayı. Bunların yerini güvensizlik, düşmanlık, kendini beğenmişlik, menfaat ve sövgü aldı. Kimse bizi ayakta uyuyor zannetmesin. Akıl akıldan üstündür.
Ne kadar Karakoçan’a benziyoruz değil mi ama bugünün değil dünün Karakoçanına. Yalansız, kibirsiz, harbi ve baş eğmeyen…Bugünün Karakoçan’ı ne yazık ki sahte! Verilen selamlar dahi yapmacık, gülücükler sırtlan, gözyaşları timsah… Allah’a çok şükür ki kimsenin kuyusunu kazmadık, ekmeğiyle oynamadık. Bu şeref yeter de artar bize!
Bana Karakoçanımı geri verin. Yaşanılmamış farz edin her şeyi. Yeni bir başlangıç, yeni insani ilişkiler tesis etmemiz için. İnanın bu; yoldan da, kaldırımdan da, sudan da, binadan da önemlidir.
“Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil.
Ah güzel Karakoçanlım benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer.
Ohi’de yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Kavuman’ın yeşilliğine,
Dılimilinin iri siyah üzümüne benzer
Yiğidine benzer ki gözyaşları mavidir
Çelakas’a benzer ki dalgalıdır bakışları.”
Bir yanımız Narin çocuk… Bir yanımız Sıla bebek… Bir yanımız Diyarbakır… Bir yanımız Tekirdağ… Kuzeyi…
Bir çocuk vardı alışveriş merkezinin önünde. Elinde selpak, ayağında terlik, burnunda sümük, dudağında uçuk…Gözünde kapkara…
TELMİH DERGİSİ, SAYI 31, FİLİSTİN ÖZEL SAYISI Elimde hoparlör ile bir kamyonetin kasasında mahalle mahalle,…
TELMİH DERGİSİ, 32. SAYI, TELMİH SOHBETLERİ 1.Bize Gürhan GÜRSES'ten bahseder misiniz? İyilikten, güzellikten ve sevdadan…
Filistin ölü çocuklar ülkesi... Netanyahu da bu işin taşeronu. Ve onu alkışlarla karşılayan eller kurusun.…
This website uses cookies.