Her ay bir kitap okuyor ve onun kritiğini yapıyoruz 9. sınıf öğrencilerimle. Bu ayki kitabımız Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’ydı. Bu kitabı okurken gözyaşlarımı dökmekten alıkoyamadığım ve sormaktan asla imtina edemediğim en önemli ve tek soru şuydu: “Sabahattin Ali öldürülmek zorunda mıydı?”

İki anlatıcılı bir kitap… Birinci bölümde hayatın içinde yaşayıp giden ve “Şu koskocaman dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba?” diyen  Raif Efendi…İkinci bölümde de bizzatihi Raif Efendi’nin kaleme aldığı anı defteri… “Zaten muhitimden uzak duruşumun vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?” Bu ne kadar sızlatır insanın ruhunu biliyor musunuz? Cemil Meriç de öyle dememiş miydi: “Baktım insanlar çok kötü, ben de kitaplara sığındım.”  diye.

Onun yalnızlığı garip bir şekilde size akseder ve içinde bulunduğunuz ortamı da kendisine benzetir. Artık siz de Raif Efendi’yle birlikte o yalnızlığı iliğinize değin hissedecek, etrafınızdaki herkese ki daha da özele inerek söylüyorum evinizdeki en yakınlarınıza değin “Ölsek ne olacak sanki. Onlara ne? Ben onlar için neyim? Ben onlar için hiçbir şey değilim. Hiçbir şey değildim. Senelerden beri aynı evde beraber yaşadık. Bu adam kimdir diye merak etmediler.” şeklinde bir haletiruhiyeye sahip olacaksınız.

Eski Roma tarihinde Mucius Scaevola isminde bir Roma elçisinin düşmanla barış müzakeresi yaparken kendisine teklif edilen şartları kabul etmezse öldürüleceği yönündeki tehditlere cevap olarak kolunu yanı başındaki ateşe sokup dirseğine kadar yakmış o sırada da sukünetle müzakereye devam ederek tehditlerden korkmayacağını göstermiştir. Raif Efendi de içindekileri deftere dökerken bir nevi yaşadığı hiçbir acıdan, hüzünden ve ayrılıktan korkmadığını göstermek istemiştir. Bir nevi kalp cerahisidir bu defter.

Raif Efendi ve Maria Puder aslında bir arayışın kahramanlarıdır. “Kendimi bildim bileli bütün günlerimi haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanalardan kaçmıştım.” diye yazmış Raif Efendi. İkimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı… Tam bulduklarını zannettikleri anda kaybediyorlar birbirlerini, kendilerini. Yalnızlık benim içimde, ben de yalnızlığın içinde sarmaş dolaş… İki ayrı nehir kopup geldikleri ana kaynaktan çok uzaklarda bir yerde karşılaşmış ve bir ummana dönmüşlerdir. Lakin o ummanın içinde birbirlerini kaybetmişlerdir.

“Üzerimde en çok tesir yapan Rus muharrirleriydi. Turgenyev’in koskocaman hikâyelerini bir defada sonuna kadar okuduğum oluyordu. Hele bunlardan bir tanesi günlerce sarsmıştı. ‘Klara Miliç’ ismindeki hikâyenin kahramanı olan kız, oldukça saf bir talebeye âşık oluyor fakat buna dair hiç kimseye bir şey söylemeden, böyle bir aptalı sevmenin hicabıyla müthiş iptilasının kurbanı olup gidiyordu. Bu kızı nedense kendime pek yakın bulmuştum. İçinden geçenleri söyleyememek, en kuvvetli, en derin, en güzel taraflarını müthiş bir kıskançlık ve itimatsızlıkla saklamak cihetinden onu kendime benzetiyordum.” İnsan ruhu pimi çekilmemiş el bombası gibidir. İşte Raif Efendi’nin bu siyah kaplı anı defteri de pimi çekilmiş el bombasının ta kendisdir. Okurken ruhunuzun her noktasına tesir eden şarapnel parçaları gözyaşlarına sebep oluyor ve insanın bu dünyadaki yalnızlığına, hüznüne ve  çaresizliğine bir nevi ağıt yakıyor.

“Karşımdaki iskemleden kalkarak yanıma oturmuş ve kolunu omuzuma atmıştı. Kalbim ökseye tutulmuş bir kuş yüreği gibi hızla çarpıyordu.” Maria Puder’in Raif’e hafifçe dokunuşu bile onu mutlu etmeye yetiyordu. “Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. Yaşadığım müddetçe herkeste onu Maria Puder’i, Kürk Mantolu Madonna’yı, arayacaktım. Onu bulamayacağımı daha şimdiden biliyordum. Kısa bir müddet de olsa bana insan olduğumu öğretmişti o kadın.” diye yazmıştı siyah kaplı deftere Raif Efendi. Sahi sizi hiç kimse sevdi mi hesapsızca? Onu seven tek insan Maria Puder’di.

“Bir gün, akşamüzeri lambasının ışığı altında, kendisine. Jacob Wassermanın’ın “Hiç Öpülmemiş Ağız” diye uzun bir hikayesini okuyordum. Burada hayatında hiç kimse tarafından sevilmemiş ve kendisine bile itiraf edemediği halde bir aşk, bir insan sevgisi bekleyerek ihtiyarlamış bir muallimden bahsediliyordu.” O adam Maria Puder’le karşılaşıncaya kadar ve Maria Puder’in gidişinden sonra arta kalan Raif Efendi’nin ta kendisiydi.  “Dünyada bana hiçbir şey tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.” diye yazan Raif Efendi,  doğal gülüşünü yitirmiş yapmacık gülüşlerin sakladığı acı dolu kalbini de tabiri caizse bıçakla şerha şerha etmişti. Bir cerrah gibi anı defterine kendisini kadavra olarak koymuş orada kalbini bütün acı veren hakikatiyle masaya yatırmıştı.

Ah ayrılık! Raif, Maria’dan ayrılıp 4 saat boyunca yürüdükten sonra Alman şair Kleist’in sevgilisiyle intihar ettiği ağacın altına gelir. Kadının kalbinden, erkeğin kafasından kurşunlandığı hazin ölüm şeklini hayal edip kan gölüne dönmüş yerlere basarak oradan kaçıp gitmiştir. En büyük intihar ayrılık değil midir? Birine haksızlık etmek ve onu on yıllarca haksız yere suçlamak değil midir?

Ben dünyada ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım, diyen Raif Efendi toplumun içinde ama toplum dışı bir yaşam tercihiyle şunu söylüyordu herkese hatta söylemiyor haykırıyordu: “Ben ise dingilden fırlayarak boşta yuvarlanan bir araba tekerleği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum. Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım, hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu.” Evet, kendisini değersiz gören ve hiçleştiren herkesedir bu hitap. İnsanın var oluş hikayesine gidişin bence hareket noktasıdır bu lüzumsuzluk. Dibe vurmadan kendini bulmak mümkün değildir.

Raif Efendi, Maria Puder’den kendisine kalan tek hakikati öğrendiğinde artık yorulmuş ve ölümü bekleyen bir adam olmuştu. “Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam.” diye fısıldıyordu okura satır aralarında.

Önceki İçerikDÖNÜŞÜM
Sonraki İçerikYörük Kızı Müslüme
GÜRHAN GÜRSES Türk Dili Edebiyatı ve Felsefe bölümlerini bitirdi. "Yazan insan fark yaratır" diyerek kalemi eline aldı ve büyük bir aşkla yazmaya başladı. Şiir, hikâye, roman ve deneme türlerinde yazıları yayımlandı. Yerel ve ulusal gazete ve dergilerde, çeşitli edebiyat ve sanat sitelerinde denemeleri, hikayeleri, şiirleri ve fıkraları yayımlanmaktadır. Yeni Akit, Kamuajans, Başkentliler Haber, Yozgat Yeni Gün, Elazığ Yeni Ufuk Gazetesi, Karakoçan İlçe Haber gibi... Çeşitli edebi, kültürel ve sanat dergilerinde şiirleri, denemeleri ve hikâyeleri yayınlandı. DERGİLER: Divit Kalem, Bekir Abi, Ihlamur, Tefekkür, Yolcu, Sis, Ayı, Akaşa, Küllük, Telmih, Fatih E Dergi, Kalemlik, Yazık, Kirpi, Raf, Rıhtım, Mavi Yeşil, Öğretmenler Odası, Gözlük, Taşbina Fanzin, Hâlbuki, Yazı Yorum, Asilder, Sinada, Mukadderat, Müştak, Dümen, İdarecinin Sesi, Sahra,Teferrüc, Giz Edebiyat ve Sanat Dergisi, Hane-i Fanzin, Çerçi, Bizim Ece, Mütevazı, Kafkaevi, Jouska, İnfılak, Tebeşir İzi, Karakedi, Deruhte, Söylenti E Dergi, Üçüncü Yeni, Tetkik dergileri; SİTELER: Edebiyat Daima, Dergizan, Edebiyat Evi, Edebiyat Defteri, ANTOLOJİLER: Edebiyat Evi, Dergizan 1-2, Bizim Ece ve Dört Mevsim Antolojilerinde öyküleri, şiirleri yer aldı. 22. Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarına Elazığ'ı temsilen katıldı. 2012'de Elazığ Necip Güngör Kısaparmak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde MEB'İN düzenlemiş olduğu Toplam Kalite Çalışmaları kapsamında ekip olarak katıldıkları "İletişimde Sözün Doğrusu - En Güzel Türkçeyi Sen Konuş" çalışmalarıyla dört bin çalışma arasında Türkiye birinciliği kazandılar. Necip Güngör Kısaparmak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Stüdyosunda birçok şiir programına imza attı. Ülke genelinde 8 Mart'ta çıkan olan kadına şiddete dikkat çekmek için yazılan"10 Yazar 10 Öykü KAHIRİSTAN" adlı kitaba Sidoma adlı uzun hikâyesi ile katıldı. Malatya Büyükşehir Belediyesinin "Kırmızı Hayatın Rengi Olsun" projesi kapsamında 44 şair ve yazarın katıldığı "Dünya Barışı ve Çocuk Hakları Antolojisinden yer aldı. Malatya, 44 Yazar ve 44 Küçük Ressamla Zamana Not Düştü antolojisinde yer aldı. Başkent Ankara ve Anadolu Konfederasyonunun (BAŞKON) düzenlediği BAŞKENTİN EN İYİLERİ ÖDÜLLENDİRİLİYOR etkinliğinde Anadolu'nun en iyi makale yazarı olarak ödüle layık görüldü. Kaptan’ın Defteri (roman), Sidoma (roman) ve Can Kırığı (şiir) olmak üzere üç kitabı bulunmaktadır. Halen Elazığ Necip Güngör Kısaparmak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde öğretmenlik yapmaktadır. Twiter: @gurhan_kaptan Face: https://www.facebook.com/gurhan.gurses.96 İnstagram: @gurhangurses1 Web: https://kaptaninsiirdefteri.com/ https://www.youtube.com/channel/UCwhWmJkvo968KUqH0sHbJFw Mail: gurhangurses1@hotmail.com Pinterest: @gurhangurses1

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.