Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben dayımın beşiğinde tıngır mıngır sallanır iken Değirmenci Mehmet Ağa namıyla ve işiyle meşhur bir zat yaşarmış ilçemde. İri mi iri, uzun mu uzun, güçlü mü güçlüymüş. Buğday çuvallarını sanki boşmuşçasına sırtına vurup epey yol gidermiş değirmene kadar. Asabiymiş, mazereti yokmuş asabiliğine, dövermiş çocuklarını beş vakit çocukları da kaçıp gelirmiş dedemlere. Sonra itiraf etmiş bir gün Mehmet Ağa: ”Eğer sen olmasaydın çoktan öldürmüştüm çocuklarımı.” diye.

Değirmenci Mehmet Ağa’nın kavakları varmış fide fide, değirmeninden aşağı kalan yerde.  Kendi elleriyle dikmiş zarif ve uzun kavakları. Değirmenin suyuyla her gün nazenin kavakların susuzluğunu giderirmiş. Çocuklarına veremediği sevgiyi kavaklarına verirmiş diyelim. Nereden geliyor bu değirmenin suyu deyimini duymamıştı kimse o günler. Çünkü dürüsttü insanlar, temizdi. Terutazeydi bağlar, bahçeler. Mutluluk belki de bir salıncaktı kavaklar arasında kurulan, hışırtılarında yatılan, serinliğinde kalkılan…Kirlenmemişti anlamı “Bu değirmenin suyu nereden geliyor?” sorusunun. Dağdan kopup geliyordu gürül gürül, berrak mı berrak, soğuk mu soğuk…

Gel zaman git zaman kavaklar serpilmiş epey, rüzgarda salınmaya başlamış. Beşe on kereste olmayı aklından geçirmemiş hiçbir kavak. Kâh özgürce salınıp durmuşlar değirmenin suyunun akıp gittiği yerde kâh dimdik bir vaziyette emre hazır bir asker misali kalakalmışlar. Bir kış mevsiminde olan olmuş yoğun kar tabakası altında yiyecek bir şey bulamayan tavşanlar dadanmış kavak bahçesine. Bembeyaz halının altında kalan otları yiyemeyince başlamışlar kavakları kemirmeye; kemirmişler de kemirmişler, kemirdikçe de semizleşmişler bir güzel. Kavakların salınması iyiden iyiye artmış, belli ki canları yanmış. Nihayetinde iş çığrından çıkmaya başlayınca da dile gelmiş kavaklar: “Yapmayın tavşancanlar, etmeyin! Hem bizim canımız ne? Soyarsanız kabuklarımızı, çıkartamayız biz bu sert ve çetin kışı!” demişler demesine ama hiç birinin de kemirilmemiş yeri kalmamış.

Vah ki Mehmet Ağa’ya! Kuzuları, körpeleri lime lime olmuş, çırılçıplak kalmış kış günü. Kalk Mehmet Ağa n’oldu bir bak! Değirmeninden öte gör halini. Kavaklar ah kavaklar, kenarında kurulur hamaklar sonra aç kalan  tavşanlar kavakları haklar. Senin yüreğini kemirdiler Mehmet Ağa, kalk da bak bahçene, sahip çık kavaklarına.

Vaziyeti görünce Mehmet Ağa derin bir ah çekmiş ama karşıki dağlar yıkılmamış.Ne yapsa yeridir, ne söylese tam zamanıdır. Lakin garip bir şekilde susmuş kanatırcasına dudaklarını. Bir öfke ki düşman başına, bir kasırga ki zalime!  Def et gitsin öfkeni Mehmet Ağa. Bu öfke, yer bitirir seni, harap eder, bitap düşürür.

O günden sonra susmuş Mehmet Ağa. Buzlar çözülene, cemreler düşene değin susmuş da susmuş. Bahar gelince bahçeye koşmuş, kavaklarına. Sarıp sarmalamış kavakları yaşatabilmek adına ama ne mümkün? Bir zılgıt çekmiş derinden tavşanlar korkudan kaçmış. Sonra, evet sonra savurmuş okkalı küfürlerini, boşalmış kapkara bulutlar gibi. Sıkmış yumruğunu, ısırmış dudaklarını: “Ben yapacağımı bilirim, ben yapacağımı bilirim!” diye tekrar etmiş aynı sözü. Kimse bir şey anlamamış tabii ki de.

Zaman geçedursun Mehmet Ağa planını uygulamaya koyulmuş. Kafasına koymuş yakalayacak tavşanları hem de diri ve ibret-i âlem edecek herkese. Tavşanlar bir daha onun bahçesinin kenarına bile gelemeyecek. Mümkün mü bu, evet mümkün. Bir kapan hazırlamış tavşanlar için, bir kapan ki kaptı mı hafzanallah değil tavşanı insanı bile bırakmazmış.

“Siz görürsünüz!” demiş bahçenin tavşanlar için namüsait bir noktasına koyuvermiş kapanı. İşine gücüne bakmış sonra. Nasılsa bir tavşan ayağınıu kazara kıstırırsa kapana asla kurtaramaz kapandan. Bizimki her şeyin farkında, içten içe gülmeye başlamış. Diğer taraftan tavşanlar çıkmışlar etrafı temaşaya. O bahçe senin bu bahçe Mehmet Ağa’nın diye keyfe dalmışlar. Tavşanlar habersiz kapandan, konuşmuşlar aralarında: “Ne kadar güzel bir dünya, karışmıyor kimse kimseye!” Zıplaya zıplaya dolaşmışlar bahçelerde başlarına geleceklerden habersiz. Kavakların çıplak ve kurumuş hallerini görünce de üzülmemiş değiller hani. Kışın iflahları kesilmişti açlıktan ve nefesleri kokmuştu. Halden anlayanlar bilir, meşhur meseldir, tok açın halini bilir mi?

“Sahibi, neden bir şeyler yapmamış kavaklar için?” demiş Saf Tavşan. “Yazık kurumuş gitmiş kemirdiğimiz kavaklar!” diyerek üzülmüş Mahcup Tavşan. Sonra Beyaz Tavşan kapanı görmüş, bağırmış neşeyle: “Bakın tavşancanlar, bir oyuncak artık canımız hiç sıkılmayacak, tavşanlar bununla hep oynayacak.”  Herkes toplanınca demirden oyuncağın başına Nazlı Tavşan da: “Bu oyuncak, baharımızı bayrama çevirecek, günümüzü şenlendirecek.” demiş. Almışlar kapanı, oynamaya başlamışlar büyük bir coşkuyla. “Bırakın demiş!” Filozof Tavşan: “Her şeyin sebebi var.” Lakin kimse dinlememiş filozofu? “Bu kapanın da mutlaka!” diyemeden çaaattt diye bir ses gelmiş kapanı kapanın elinden. Bir de bakmışlar ki Saf Tavşan yakalanmış kapana. Ciyaklaması boşuna, ayaklarını kaptırmış ve kapandan sökebilmek de mümkün değilmiş. Tavşanlar hep birlikte uğraşmış da uğraşmışlar ama boşunaymış bütün çaba. Elleriyle, burunlarıyla, ayaklarıyla… Olmamış hiçbiri çare? Yürekleri de pare pare olmuş. Bahçedeki gürültüyü duyan Mehmet Ağa elinde bir ip ve kerpetenle akşamın karanlığı gibi yukarıdan aşağıya doğru süzülüvermiş. Onun geldiğini gören tavşanlar bırakıvermişler saftiriği, kaçışıvermişler bahçenin her bir köşesine. Mehmet ağa, ellerini ovuşturup gülmüş otuz iki dişiyle kapandaki Saf  Tavşan’ı görünce. “Gel bili bili!”demiş, dalgasına da bakmış. Avını yakalamış nasılsa kapan, iş sapasağlam. Yaklaşmış kapana ve Saftirik Tavşan’ı iki uzun kulağından tutarak: “Ben neler yapacağım sana, göreceksin. Senin şahsında tüm tavşanlara evrensel bir mesaj vereceğim.” diye ti’ye almış korkudan tir tir titreyen Saftirik Tavşan’ı. Sonra getirdiği iple ellerini ve ayaklarını bağlamış Saf Tavşan’ın, kerpetenle de tek tek çekmeye başlamış dişlerini. “Tek mi çift mi?” diye dalga geçmiş bir de. Vah ki Saf Tavşan’a; ağlasa olmaz, sızlasa hiç olmaz, çatlasa hiç mi hiç olmaz. Ağzı kan içinde kalmış Saftirik’in, kan diye yutmuş tükürüğünü. Beti benzi solmuş dalından kopartılmış çiçek gibi.

Mehmet Ağa, diş çekme faslını kolayca halletmiş sonra Saftirik’in ellerini ve ayaklarını çözmüş. Saf Tavşan güçsüz, halsiz ve de perperişanmış. Ayakta duracak canı yokmuş daha; başı havada daireler çizmiş, yalpalamış da yalpalamış, bir iki adım attıktan sonra dönmüş Mehmet Ağa’ya bakmış. Mehmet Ağa’nın yüzündeyse bahar gülleri açmış, gözlerinde ışık huzmesi varmış. Dersiniz ki başı göğe ermiş, galip bir takımın kaptanı gibi duruyormuş. Karşıdan, Saf tavşan’ın başına gelenleri gören tavşanları adeta  kan tutmuştur bundan dolayı da içilen çaylara mecazen tavşan kanı denilmiştir!!!

Mehmet Ağa, Saf Tavşan’a bakmış: “ Ey tavşan! Seni öldürmedim eğer öldürseydim bu benim için çok kolay senin için de adeta bir ödül  olurdu. Öyle bir şey yapayım ki dedim diğer bütün tavşanlara ibreti alem olaydı. İşte bu yüzden sana yaptıklarım, bunu anlayabilir misin? Yanıt yok değil mi? Kavaklarımı kemirirken güzeldi. Şimdi git kemir de göreyim seni. Git o arkadaşın olacaklara şunu söyle: Bir daha Mehmet Ağa’nın bahçesinin etrafında dahi dolaşmasınlar. Yok ben duymadım, vay ben anlamadım, demesinler. Sonra ağzını aç ve dişlerinin güzelliğini göster, anladın mı?” Mehmet Ağa bir siyasetçi gibi tiradını uzattıkça uzatmış. O esnada Saftirik bir zıplamış, bir daha zıplamış, üçüncü de zıplayamamış, ölmüş. Kemirilecek onca kavak varken terki diyar eylemiş. Havuçlar yetim kalmış. Bir tek ondan bugüne yadigâr  olarak “tavşan kanı” çay kalmış. Mekânı havuçluklar olsun sıra sıra kavaklar altında.

İşte o günden bugüne anlatılagelmiş tavşan ülkesinde bir Saftirik Tavşan varmış, kahramanmış diye. O günden bugüne anlatılagelmiş insanlar arasında bir Mehmet Ağa varmış, zalimmiş diye.

Bu olay ayniyle vaktiyle yaşanmıştır, biraz abartı yok değil hani. Ama tavşanlar konuşamaz, diyeceksiniz. Biraz masal havası katalım dedik biz de, inşallah da özü bozmadık. Gerçi kurtaramadık Saftirik’ i ama her masal da  böyle bitmiyor.

Ne dersiniz oldu mu şimdi?

Mehmet Ağa ermiş muradına, biz de çıkalım kerevetine!

GÜRHAN GÜRSES

Önceki İçerikSahi sizin 23 Nisanlarda giydiğiniz subay elbiseniz oldu mu hiç?
Sonraki İçerikKALP KIRMAYA DEĞER Mİ?
GÜRHAN GÜRSES Türk Dili Edebiyatı ve Felsefe bölümlerini bitirdi. "Yazan insan fark yaratır" diyerek kalemi eline aldı ve büyük bir aşkla yazmaya başladı. Şiir, hikâye, roman ve deneme türlerinde yazıları yayımlandı. Yerel ve ulusal gazete ve dergilerde, çeşitli edebiyat ve sanat sitelerinde denemeleri, hikayeleri, şiirleri ve fıkraları yayımlanmaktadır. Yeni Akit, Kamuajans, Başkentliler Haber, Yozgat Yeni Gün, Elazığ Yeni Ufuk Gazetesi, Karakoçan İlçe Haber gibi... Çeşitli edebi, kültürel ve sanat dergilerinde şiirleri, denemeleri ve hikâyeleri yayınlandı. DERGİLER: Divit Kalem, Bekir Abi, Ihlamur, Tefekkür, Yolcu, Sis, Ayı, Akaşa, Küllük, Telmih, Fatih E Dergi, Kalemlik, Yazık, Kirpi, Raf, Rıhtım, Mavi Yeşil, Öğretmenler Odası, Gözlük, Taşbina Fanzin, Hâlbuki, Yazı Yorum, Asilder, Sinada, Mukadderat, Müştak, Dümen, İdarecinin Sesi, Sahra,Teferrüc, Giz Edebiyat ve Sanat Dergisi, Hane-i Fanzin, Çerçi, Bizim Ece, Mütevazı, Kafkaevi, Jouska, İnfılak, Tebeşir İzi, Karakedi, Deruhte, Söylenti E Dergi, Üçüncü Yeni, Tetkik dergileri; SİTELER: Edebiyat Daima, Dergizan, Edebiyat Evi, Edebiyat Defteri, ANTOLOJİLER: Edebiyat Evi, Dergizan 1-2, Bizim Ece ve Dört Mevsim Antolojilerinde öyküleri, şiirleri yer aldı. 22. Uluslararası Hazar Şiir Akşamlarına Elazığ'ı temsilen katıldı. 2012'de Elazığ Necip Güngör Kısaparmak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde MEB'İN düzenlemiş olduğu Toplam Kalite Çalışmaları kapsamında ekip olarak katıldıkları "İletişimde Sözün Doğrusu - En Güzel Türkçeyi Sen Konuş" çalışmalarıyla dört bin çalışma arasında Türkiye birinciliği kazandılar. Necip Güngör Kısaparmak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Stüdyosunda birçok şiir programına imza attı. Ülke genelinde 8 Mart'ta çıkan olan kadına şiddete dikkat çekmek için yazılan"10 Yazar 10 Öykü KAHIRİSTAN" adlı kitaba Sidoma adlı uzun hikâyesi ile katıldı. Malatya Büyükşehir Belediyesinin "Kırmızı Hayatın Rengi Olsun" projesi kapsamında 44 şair ve yazarın katıldığı "Dünya Barışı ve Çocuk Hakları Antolojisinden yer aldı. Malatya, 44 Yazar ve 44 Küçük Ressamla Zamana Not Düştü antolojisinde yer aldı. Başkent Ankara ve Anadolu Konfederasyonunun (BAŞKON) düzenlediği BAŞKENTİN EN İYİLERİ ÖDÜLLENDİRİLİYOR etkinliğinde Anadolu'nun en iyi makale yazarı olarak ödüle layık görüldü. Kaptan’ın Defteri (roman), Sidoma (roman) ve Can Kırığı (şiir) olmak üzere üç kitabı bulunmaktadır. Halen Elazığ Necip Güngör Kısaparmak Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde öğretmenlik yapmaktadır. Twiter: @gurhan_kaptan Face: https://www.facebook.com/gurhan.gurses.96 İnstagram: @gurhangurses1 Web: https://kaptaninsiirdefteri.com/ https://www.youtube.com/channel/UCwhWmJkvo968KUqH0sHbJFw Mail: gurhangurses1@hotmail.com Pinterest: @gurhangurses1

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.