Üçüncü Yeni dergisinin 21.sayısında çıkan yazım
Salı Pazarı, yüreğimiz ezelden yemiş azarı. Kimseye yoktur emin olun garazımız, dostçadır herkese nazarımız.
Hizamızı da biliriz nizamımızı da, ezanımızı da, ezamızı da lakin bazen öyle bir kare gelip kalbinize kurulur ki resmen bittiğinizin ilanı olur. Dünya malıymış, mülküymüş, saltanatıymış, zenginliğiymiş vesaireymiş. Bir top kefene sarılacağız ve en sonunda döneceğiz mezara!Pazara kadar değil hikayemiz. Bazen bir dize, bir fotoğraf, bir şarkı sözü, bir melodi yerle bir etmeye kâfidir sizi.
Salı Pazarı; sebze meyve pazarında değil aklım, insanlık pazarında. “Benim bir karıncaya ulu nazarım var.” tavrındayım. Hayatı tespih yapmış da değilim, ti’ye de almıyorum hiçbir kimseyi, fi tarihte diye de başlamıyorum hiçbir söze. Yaşadığım ana bakıyorum ve şahit olduğum yürek yakan, iç acıtan karelerle insanlığın resmini çiziyorum. Of benim insan yanım; en zayıf, ağrılı, sancılı ve kanamalı…
El arabasıyla bekleyen bir çocuk vardı pazarın girişinde. Çocuk demek bile yetmiyor, daha küçük. El arabasını sürüyor mu çekiyor mu yoksa onun ardında sürükleniyor mu o da belli değil! Akülü araba değildir onun arabası, kırmızılı da değildir mavili de; alengirli de değil, telli duvaklı da! Oyuncak arabalarla oynaması icap eden Mustafa’nın ekmek kavgası içinde olması saplanıp kalıyor yüreğime.
Pazar poşetlerini evlere taşımak ve bunun karşılığında üç beş kuruş kazanmaktır tek derdi. Yürek pazarında sancı var bugün, Salı Pazarı’ nda acı.
Suriyeliymiş, Halepli… Adı da Mustafa’ymış öğrendiğim kadar. Babası Halep’teymiş. Annesine ve iki kız kardeşine bakıyormuş. Babasına ne olduğunu bilmiyormuş, bildiği tek şey de hiç boş durmadığıymış. Bu pazar senin, o pazar benim dolaşırmış el arabasıyla. Yardıma ihtiyacı olana el arabasıyla cüzi bir para karşılığında eşlik eder, onların poşetlerini evlerinin önüne kadar taşırmış.
Mustafa pazara kadar değil mezara kadar çalışacakmış çünkü açlık onları pek de yaman sınamış. Savaştan önce bahçeleri bostanları varmış, kuşları böcekleri, kedileri kökleri.
Okula gitmiyormuş gitse aç kalırlarmış. Çalışması lazımmış, annesine ve iki kız kardeşine bakmak zorundaymış. “Yarın gelsene bizim okula Mustafa, ev adresini alayım senin. Yapabileceğimiz bir şey varsa öğrencilerimizle birlikte yapalım.” diye seslendim ona. “Gelemem! Çalışmam lazım.” dedi yarım yamalak Türkçesiyle. “Bakmam gereken üç can var evde.” Küçücük bir bedende kocaman bir yürek.
Evleri Saray Mahallesi’ndeymiş, kaldıkları yer saray gibi değilse de başlarını sokacak bir çatısı ve onun kirasını ödeyecek kadar da çalışması varmış Mustafa’nın. Alın teri gibisi var mı en helalinden?
Halepli Mustafa küçücük bir çocuk. Arabası var hem de el arabası. Pazarda poşetleri fazla olana yardım edermiş gücü yettiği kadar ve alnının teriyle para kazanırmış. Annesine ve kız kardeşlerine bakarmış. Kalırsa üç beş kuruşu onunla da halkalı şeker alırmış.
Ey yeri göğü var eden Rabbim! Bu dünya ne de zalim ne de hain. Bir gün çalışmasa Halepli Mustafa, o akşam evine ekmek götüremeyecek, bu yüzden yaşından büyük düşünmek zorundadır. Bir gün hastalanırsa Mustafa, o gün ekmek yiyemiyorlarmış. Bu yüzden büyük olmalıdır Mustafa, güçlü olmalıdır ve hiç durmadan çalışmalıdır.
Ey Rabbim! “Ya hamiyetsiz olaydım ya param olsa idi.” diye haykırmak istiyorum Âkif gibi.
Gürhan Gürses
Bir yanımız Narin çocuk… Bir yanımız Sıla bebek… Bir yanımız Diyarbakır… Bir yanımız Tekirdağ… Kuzeyi…
Bir çocuk vardı alışveriş merkezinin önünde. Elinde selpak, ayağında terlik, burnunda sümük, dudağında uçuk…Gözünde kapkara…
TELMİH DERGİSİ, SAYI 31, FİLİSTİN ÖZEL SAYISI Elimde hoparlör ile bir kamyonetin kasasında mahalle mahalle,…
TELMİH DERGİSİ, 32. SAYI, TELMİH SOHBETLERİ 1.Bize Gürhan GÜRSES'ten bahseder misiniz? İyilikten, güzellikten ve sevdadan…
Filistin ölü çocuklar ülkesi... Netanyahu da bu işin taşeronu. Ve onu alkışlarla karşılayan eller kurusun.…
This website uses cookies.