Biraz amiyane ya da nobran kaçacak ama yazının ehemmiyetine binaen tımarhane sözcüğünü kullandım. Kimse bunu kendisine lüks bir saldırı aracı olarak görmesin, bizleri de zorda bırakıcı bir eksiklik olarak zikretmesin. Ayrıca bu yazıda Lübnanlı Filozof Yazar Halil CİBRAN’IN etkisi yüzde bir milyondur. Bunu da not etmeniz ve takip etmeniz hususunda dile getirmek istedim çünkü bu tımarhane ters yüz olacak bir tımarhane; şehrimiz, mahallemiz, sokağımız belki de en geneliyle dünyamızdır. Belki de bizler deliyiz başkasının gözünde, belki de zır deliyiz. Akıllı olduğunu iddia edenler akıl sağlığı konusunda ölçüm yaptırsınlar lütfen ve deli diye yaftaladıkları deha çıkarsa ne yaparlar? Gerçi dehayı anlamayanlara göre dehalık da deliliktir.
Tımarhanenin bahçesinde Yusuf yüzlü, Hafız sözlü, güler yüzlü bir delikanlıyla sohbete daldım bir an. Kim deli kim veli ikilemi içerisinde sordum delikanlıya: “Burada olmanı gerektiren nedir?” diye. Sustu, biraz daha sustu, biraz daha… Sonra şunları söyledi hiç durmadan:
“Babam mühendis olmamı istedi kendisi gibi,
Öğretmenim mimar olmamı istedi olamadığı için,
Annem doktor olmamı istedi komşunun çocuğu gibi,
Ablam avukat olmamı istedi nişanlısı gibi,
Amcam öğretmen olmamı istedi oğlu gibi,
Falanca…….olmamı istedi…….gibi,
Filanca……..olmamı istedi ……gibi….”
İlköğretim 3. sınıftan sonra şekle sokmaya çalıştığımız çocuklarımızın hali budur ne yazık ki! Falanca şunu aldı filanca bunu yaptı diye deliliğin ilk tohumlarını kendi hesabımıza o zamanlarda atıyoruz da haberimiz yok. Çocuklar bir harikadır yalnız bizler o kadar da masum değiliz. Şimdi bunları ifade edebilen bir beyin akıl denen nimetten yoksun mudur sizce? Yoksa ona bunca rolü yüklemeye kalkanlar mı akıl denen nimetten yoksundur?
“Gibi”si ve “Olmam” gereken kişiler, meslekler o kadar çoğaldı ki bu çokluğun içinde kendim olarak kalabildiğim için buradayım. Onca kafayı yiyen insanın içinde sağlam kalabilmem doğrusu enteresandı benim için. O konuştukça açılıyordu bense alçalıyordum. Buraya gelmeden evvel onlara deli gözüyle bakıyordum, içerdekiler şeklinde takılıyordum. Oysa asıl acıyla bakmam, üzüntüyle karşılamam gerekenler geldiğim yerdekilerdi yani dışardakilerdi.
Ne kadar da kopya bir millet olmuşuz?
Ne kadar da gölge bir toplum olmuşuz?
Bir şey olamayanlar zamanında, kendilerinden sonrakilerin olamadıkları şey olmasını istiyorlar. Kendi açlıklarını başkalarının tokluğunda gidermeye çalışıyorlar. Yüz binlerce, milyonlarca gencimiz, geri kalanın olmasını istediği kişiler olmak için çabalıyor. Bu yüzden mutsuz, problemli ve huzursuz insanlar olarak toplumun içinde boz bulanık seller gibi akıp gidiyorlar.
Deli diye addedilen Yusuf yüzlü Hafız sözlü delikanlı bana döndü ve sordu:
“Hayırdır, siz neden buradasınız?”
Ben: “Psikologum.”dedim.
İçerdekilerin neden içeride olduklarını araştırmaya çalışıyorum, ilk sen çıktın karşıma. Yalnız senden şu kısa konuşmada şunu öğrendim ki yanlış yerde başlamışım araştırmama ve araştırma konumunda yanlış olduğunun ayırdına vardım. Şimdi asıl konum “Dışardakiler” ve “Neden dışarıda kaldıklarıdır.”
Deli, gülümsedi ve şunları söyledi: “Desene sen de hastasın o zaman.”
Onun gülümsemesi hücrelerimin yek yek yok oluşu gibi geldi bana, gülümsemek zorunda kaldım.
Sağlam girip hasta çıktığım mekândan ayrılırken halime üzülüyordum. Sadece kendi halime değil onları tımarhanede sanan esasen kendileri açık bir tımarhanede yaşayan insanlığa üzülüyordum.
Tımar edilmesi gereken insanlığımızın tekâmüle ermesi için mutlaka ama mutlaka ziyaret edilmesi gereken mekânlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır tımarhanelerimiz, mezarlıklarımız ve hastanelerimiz. Aklımızın kıymetini bilmemiz, bize verilmiş olan yaşamın değerini anlamamız ve sağlığımızın ehemmiyetini kavramamız için.
Kim deli kim veli,
Bu oyunun kuralı belli
Bundan kelli
Susmak lazım.