Gönüllere sevgi tohumları ektiler.
Bilemedik yaşarken kıymetlerini,
Bir bir rahmet diyarına aktılar.
Eksiliyoruz bir bir. Her şair bir değerdir, kıymettir. Ölümleri boşluk yaratacaktır lakin ortaya koydukları eserler hakkıyla okunur ve fikredilirse o boşluk ortadan kalkacaktır. Bu toplumun kökü mazide olan atileri şairler, yazarlar, âlimlerdir. Bir dönebilsek yüzümüzü bizi biz edene, yürüyebilsek bize mana katana, kollarımızı açabilsek onların kutlu kollarına, ellerimizi açabilsek pınarlarına, ellerimizi uzatabilsek nurlu ellerine ve yüzümüzü apak edecek yüzlerine bakabilsek emin olun bu toplum daha iyi yerlere gelecektir. Dönecek yüzümüz, bakacak gözümüz olsun geçmişimize yeter. Kendi ayaklarının üstünde duracak ve sözünü, özünü bilecek denli hükmedecektir dünyaya. Yeter ki farkında olsun insan mazisinin.
Her ölüm erken ölüm olsa da vakti gelen o şerbeti içecektir. Abdurrahim Karakoç üstadımız da aşk şerbetini içmiş ve uğruna mücadele ettiği davanın kaynağına doğru yola çıkmıştır. Bilene şebiarustur bu, anlayana bayramdır, vuslattır. Allah rahmet eylesin şaire.
Lambada titreyen alev üşüyor bugün. Tezat içre bir can, bir yanı lirizmin en doruğuna çıkarken MİHRİBAN’LA
“Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban” diğer yanı hicvin en keskin kuyularına dalıyor HÂKİM BEĞLE…
“Gene tehir etme üç ay öteye,
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.”
Bir yanı Nefi oluyor ansızın bir yanı Fuzuli. Gönülden diline halkın diliyle sesleniyordu KARAKOÇ. “Halk şairiyim.” diyordu.
Hece ustasıydı.
Şiir yaşam şekliydi kendisine göre.
“Şiir bir cennet bahçesi
Girmeyene anlatılmaz.
Cennet nedir, bahçe nasıl?
Görmeyene anlatılmaz.” Küçük yaşta düşmüştü bu ateşe ve bu ateş ölümüne değin sürdü.
Abdurrahim Karakoç bir söyleşisinde şiirleri üzerinde çalışmadığını, daktiloda yazdığı gibi basıma gönderdiğini söylemektedir. Şiirin üzerinde çalışmayı “şiiri ameliyat etmeye’’benzetir: “Kâğıt daktiloya takılır, günlerce sancısı sürer. Bekleyişler, gelgitler. Ve derken doğum havasına girer ve artık şiir beni kovalar. Al sana bir şiir. Göbeğini kes, adını koy…’’
Karakoç’a göre şair “Yaşadığı çağı yorumlayan, gelecek çağlara mesaj gönderen söz sanatçısıdır. Çiçeklerden bal toplayan bir arıdır, bu balı toplarken geçmişinden ve geleceğinden yararlanır.’’
Yokluklarla tıraş edilmiş, acılarla bezenmiş ve toplumun elit kesimince bileylenmiş bir yürek taşırdı. Halkın ve hakkın adamıydı. Nefi’den geri kalır yanı yoktu taşlamalarında. Haşladıkları iyi bilir ve iyi tanırdı onu. Fuzuli’yi severdi, belki de lirik yönüydü Fuzuli. Ama bugün yeni seslerin ortaya çıkmasının gerektiğini, eskinin de görevini tamamladığını dile getirirdi.
“Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım. Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler. Bana gelince, Sağ olsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, ‘bilimsel’ cüppeliler, entelektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkâğıtçılar vs. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum fakat teşekkür de etmiyorum. Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse…”
Siyasete kısa bir süreliğine girer ve ayrılır. Bu durumu şu şekilde açıklar. “Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım.” Ömrünü siyasete adayanlara duyurulur.
O, haksızlığa rıza gösteremezdi; yanlışlığa düşemez, yalana bulaşamazdı. Belki de bu kirli denizde yaşama alanı bulamadı ve ayrıldı siyasetten.
Mihriban deyince akan sular durur. Kulaklar pürdikkat kesilir. Yürekler hüzne gelir, gözler de yaşa… Kaç yüreğe tesir etmiştir bu türkü, kaç yüreğe isabet etmiştir. Kaç gönlü yakmıştır, kaç hisse gözyaşı döktürmüştür. Diline dolamayan var mı, ezberleyen?; Duymayan meğer sağır ola!
Ekinözü’nde ikamet eden ve bir ay önce Abdurrahim Karakoç’u hasta yatağında ziyaret eden küçük kardeşi Osman, ağabeyinin “Nerede ölürsem oraya defnedin.” dediğini kaydetti. Osman Karakoç, ünlü şairin vasiyeti konusunda şu bilgileri verdi: “Memleketimizin her yeri aynı. Orası da Müslüman toprağı burası da. Onun için ben nerede ölürsem oraya defnedin. Biz sanatçı değiliz, milletvekili değiliz, onun için arkamdan alkış vesaire istemiyorum.” demişti. Kardeşinin çok çileler çektiğini kaydeden ve gözyaşlarına hâkim olamayan kardeş Karakoç, geride çok büyük eser bırakıp giden kardeşinin Mihriban şiirini diline dolamış. Karakoç, “Mihriban diye bir sevdiği vardı. Ona yazdığı şiir hala akıllarda. Türkü oldu, şarkı oldu. Böyle güzel bir insanın vefatı memleket için kayıptır.” dedi.
“Onu rahmetle anıyoruz ve illaki eserlerinin okunmasını, fikirlerinin anlaşılmasını zikrediyoruz. Onları sevmek demek öldüklerinde ağlamak demek değildir, eserlerinin okunup anlaşılması onları sevmek demektir.
“İncitme sen ahbabını incinmeye senden / Bu âlemi fanide zarafet budur işte” kavlince Abdurrahim Karakoç üstadımız da “İNCİTME” şiirinde o kadar ince ve zarif inciler sarf etmiş ki hislenmemek elde değil. Tabiatın en ufak parçasından âlemin özü olan insana değin her şeye ve herkese karşı derin bir muhabbeti olduğunu görüyor ve hissediyoruz bu şiirde.
Bir yanı şimşek sözlü bir yanı ipek özlü… Bir yanı Ağrı dağı gibi heybetli ve korkutucu bir yanı Elazığ ovası gibi sakin ve de kucaklayıcı…
“Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.”
Her şair bir değerdir. Değeri bilen sarraf ola…
Her giden fanidir. Bunu bilen insan ola…
Ölümünün 12. yıldönümünde şairimize rahmet diliyor, milletimizin de başı sağ olsun diyorum.