Tek, pasta yemedim bu süreçte. Bana onu hatırlatan hiçbir şeyi görmek istemiyorum. En sevdiğim beyaz kremalı yaş pastayı bile. İnsan nelerden vazgeçiyor öğrendim. Canından bile diyeyim ki azametini anla vazgeçtiklerin. Kimse vazgeçilmez değildir, kimse anasının sultanı da değildir.
İnsan sevdiğinden de vazgeçermiş. İçi kan ağlasa da gözleri kan çanağı olsa da yüreği sökülse de aklı gitse de vazgeçermiş. Bunu da öğrendim. En vazgeçilmezim dediğin şeyi, kişiyi bile vakti geldiğinde avucunda tutup salıveriyorsun bir kafes kuşu gibi. Aslında salıverdiğin kendi can kuşun. Elinde tuttuğun sana ait değil artık. Göğe ait, sonsuzluğa, senin dışındaki her şeye…
Tek sana ait değil.
Beyninin kıvrımlarında yankılanır durur.
Kalbimi öldürdüm.
İlan ediyorum ey ahali!
Gazetelere sürmanşet, ana haber bültenlerine malzemedir bu itirafım. Sokak duvarlarına spreylerle yazılır artık adım. Ölü bir kalp avucumda.
Sol yanımda bir boşluk…
Karanlığın en dibi, anaforun tam da ortası… Evet bu gerçek. Asparagas değil, sansasyonel bir haber! Tam da ortasına dayadım namlusunu o sevgilinin fettan gözlerinin. Kınsız bir bakış çektim. Kansız bir vuruştu. Olduğu yerde kalakaldı kalbim. Gözlerine projektör tutulmuş bir tavşan şaşkınlığı içindeydi. Bir daha başkasını sevmedi, hızlı hızlı çarpmadı, ağrımadı bile.
Sevgili en zalim avcıdır, alıcı kuştur. Söz mermisiyle vurdu canımı. Edasıyla toz dumana kattı.Sibirya’dan soğuk tavrıyla canımı yaktı.
Oysa beyaz kremalı yaş pasta mutlu etmeye yetiyordu beni.
Bir dilimcik de olsa!
Nefessiz çok gecem oldu, geçti gibi.
Çok şükür nefes alıyorum şimdi, şarklı söylüyorum, çiçek yetiştiriyorum ve bir kedim bile var.
Yoğun bakımda da çok vaktim oldu. Yaşamın kıyısındayken ölümün kıyısına volta attım durdum. Yaşamı en iyi anlayanlar azrailin nefesini ensesinde hissedenlerdir, uçurumun kıyısında kollarını açıp boşluğa uzananlardır.
Çok yalnızdım. Cehennemim dibi kadar hem de. Daha ne kadar düşeceksin diye sordum kendime. Dibi bulmuşsun. Yusuf kuyuda buldu kendini sen neden bulmayasın? Değdi mi bu hale düşmene? Ne geçti eline? Bir demet çiçek mi, bir sıcak öpücük mü, bir manalı gülüş mü? Tüm bu sorular ve iç hesaplaşmalar çıkmış olduğum yolculuğun aslında kendime olduğunu öğretti bana.
Şimdi azadeyim her şeyden ama öyle yorgunum ki! Sanki tren yükü çekmişim. Hasretten bavullar, gözyaşından yolluklar ve öfkeden aklaşan saçlar biriktirmişim. Mesela herkese şarkı hediye edilmez, şiir yazılmaz ve kahrolası en önemlisi de göz yaşı dökülmez. Ne şarkılar söyledik havaya, ne şiirler yazdık kese kağıdına ve ne göz yaşları döktük kuraklığına o yüreğin.
Nafileydi her şey ama hüzün kafile kafileydi yüreğimizde, katmer katmerdi.
Benim için artık her şeyden arınma zamanı. Ehli tasavvuflar gibi terki terkeyim her şeyi.
Bunu en iyi sen göreceksin. Nasıl iddialı olduğumu gör. Bu önce Allah’a sonra sana inanmışlıktır.
Nasıl beyazladığımı, hafiflediğimi… Biri gökyüzünü göğsüme sokmuş sanki.
Bir maviyim sorma!
Okyanustayım daha gelir miyim akvaryuma? Öleceksem de derin ve ucu bucağı olmayan yerlerde ölmeliyim. Beni daracık bir yere mahkum edip yemlemene müsaade edemem artık.
Kırıldım, parçalandım, yandım ve kül oldum.
Daha beteri ne ola?
Kalbimi oyuncak sandılar ve bir cama taş atar gibi kırdılar.
Can kırıkları var şimdi kalbimde, can kesikleri.
Sevilmedik ki hiç! Bizi sevmediler. Belki de sevilecek bir yanımız yoktu. Onlar da belki haklı! Ama ben nasıl sevdim Allah bilir. Gözyaşlarımı sildiğim mendiller, ucunu yaktığım mektuplar, başımı vurduğum duvarlar da bilir. Onun uğruna yanan, sızlayan etimi soğuk suya koydular ki kendime geleyim kendimi bulayım. Sonrası his kaybı… Bana inanıyorsun değil mi? Bir gün seninle kremalı yaş paste yeriz. Sonra film izleriz. Kitap okuruz. Çay içeriz. Ne söylediğini duyar gibiyim: “Oh ne mutlu olurdum beyaz kremalı yaş pasta yiyince! Bana o pastadan al, olur mu?”
KAPTAN