Şairler ölmez, gönül adamları unutulmaz. Çünkü onlar kalp kırmaya değil kalp yapmaya geldiler. Gönül inşa ettiler, Kâbe’ye eş tuttular gönlü. İnsanı esas aldılar, kalbi merkez bildiler rabbe vasıl olmak için. Var mı sen gibisi Veysel’im, kaldı mı?
Bir bayram sabahı… Başka âşıklarında gelip oturduğu bir âşıklar meclisi. Bir gelenek yaşatılıyordu. Âşık Veysel’e de sazla sözle “Hoş geldin.” diyorlardı. “Gülüm hoş geldin hoş geldin.” Âşık Veysel de sazıyla onlara cevap veriyordu. “Gülüm hoş bulduk hoş bulduk.” diye. Zarafetin timsali ehli gönülleri özlüyorum bugün. Bizler neleri yitirmişiz Allah aşkına? Ekranda bir sürü soytarıyı görünce, bir sürü köksüze bakınca kahroluyorum.
Son devrin en büyük halk şairidir Veysel’im. Küçük yaşta gözlerini kaybetti. Bu belki de Türk halk şiirine son devrin en büyük şairini kazandırdı. Bir şairin meşhur ifadesi ile “Hakikati bu kör gibi gören var’mola?” Var mı dostlar? Yok. Gözlerinin bir ameliyatla iyileştirileceği anlaşılmış fakat o bunu kabul etmemişti. Sebebini ise şöyle izah ediyordu: “Ben kendime bu kadar senedir içimde bir dünya kurdum. Şimdi gözlerim açılırsa bu dünyam yıkılır diye korkarım.” Belki de bizim her gün gördüğümüz onca olumsuz şey, karşılaştığımız onca kirlilik onu korkutmuştur. Gördüğümüz dünya pek de görülecek gibi değil be ustam! Herkesin kalben körleştiği bir vakitteyiz, kalbimizin yerine gözlerimiz kör olsaydı keşke!
Onu, Ahmet Kutsi Tecer bulup ortaya çıkardı. İyi de etti. Ve o da sazı aldı eline söylemeye başladı. Rahmetle anıyoruz ustayı. Bir hikâyesi var onunla özdeşleşen ve her okuduğumda içim derin bir hüzün salan.
Anadolu’nun orta şehirlerinin bir köyünde, yavaş yavaş güneş batmaya hava kararmaya başlar. Karanlık iyice çöker köyün üzerine. Evlerin birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir. Evin penceresinden karanlık bahçeye vuran ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden dışarıya bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir. Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. Kadın, kocasının uyumasından emin olunca sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer ve pencereden aşağıya atlar. Başka bir adam için, kocasını terk eder. Koşar iki sevgili. Tarlaları, ovaları aşarlar. Anadolu’da bir köy nasıl koşmasınlar ki? Mecburdurlar. Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır: Namus belası, töre cinayeti, yoksulluk, cefa, korku. Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler? Köyden uzaklaştıklarına emin olunca soluklanmak için dururlar. Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki: ‘Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor.’ Hemen ayakkabısını çıkartıp bakar ki bir tomar para! Kocası her şeyin farkında ve biliyor ki gidecek karısı. ‘Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti.’ Bu yüzden yaban elde muhtaç kalmasın diye o yoksul köylü, bütün parasını başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu. O güzel insanı, o onurlu davranışı sergileyen, o terk edilen adamı hepiniz tanıyorsunuz. Çünkü o; Âşık Veysel’dir. Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece. Şimdi sorarım size: Bu memlekete töre cinayeti işleyen, kadına şiddet uygulayan adam mı yakışır; yoksa Âşık Veysel gibi hayatında hiç kitap okumasa, okuyamasa da kitap gibi hayat yaşayan adam mı yakışır? Aynı düşünüyoruz.
“Seherde ağlayan bülbül
Sen ağlama ben ağlayım
Ciğerim dağlayan bülbül
Sen ağlama ben ağlayım” De ağla koca adam, de çağla deli gönül! Ne gül olmak kolay ne de bülbül! Bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın, gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın. Ve sazı eline alan ve söze hükmeden her gönül adamı aslında sazın tezenesini kalbinin tellerine vuruyordur. Veysel’in dünyasında “toprak” vardır: Anadolu toprağı Veysel’i yoğuran toprak… “Benim sadık yârim kara topraktır.” Bu şiir büyük bir destandır, bir ruh destanı. Coğrafyadan vatana hatta insana uzanan bir destan… Onu anlamayan bizden değildir.
“Karnın yardım kazmayınan belinen
Yüzün yırttım tırnağinen elinen
Yine beni karşıladı gülünen
Benim sadık yârim kara topraktır.” Herkesi gül ile karşılayın lütfen! Herkese gönül gözü ile yaklaşın lütfen! Hiç değilse gül kokusu siner tenimize. Onun dünyasında aşk var. Gözleri içine bakan büyük şair, belki hiçbir şairin söyleyemediği bir büyük gerçeği rahatlıkla söylemiştir. Şu dizelerin ölümsüzlüğüne bakın lütfen:
“Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa” Bunu ancak aşkı bilen söyleyebilir, bunu ancak âşık tabiatlı olanlar anlayabilir. Mezarımın üstüne taş istemem, zira o taş yüzünden benim mezarımın üstünde en azından bir ot bitmez. Ama o taş olmazsa; koç yer et olur, koyun yer süt olur, arı konar bal olur. Bu şekilde insanlığa bir nebze katkım olur. Gönlün azametine bakar mısınız? Muazzam bir bakış açısı ve hayatı dünya acısı… Ah be şairim! Ah be ustam! Ah be aşığım!
“Ben gidersem sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme
Lal olsun dillerin söyleme ya da
Garip bülbül gibi ah-u zar etme” Sen gittin şiirlerin kaldı aklımızı aydınlatan kalbimizi ferahlatan. Hakikati senin giremediğimiz için bugün ne hallerdeyiz ustam? Bir gelebilsen, bir bilebilsen…