İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun
(Biz Allah’tan geldik ve yine Allah’a dönüyoruz.)
Karakoçan başın karalıdır bugün yine. Yaslıdır gözlerin, yaşlıdır, kanlıdır. Bir onulmaz derde düşmüş can, şifasızdır gayri. Can haraptır bugün, bitaptır, mahzun ve mecnundur. Yakalandığı amansız hastalıktan dolayı Eczacı Yusuf Demirel’i tedavi gördüğü hastanede kaybettik. Hep iyiler mi gider diye soruyorum ben de efkârı umumiye gibi. Yusuf da çok iyiydi, güzeldi. Biz ondan razıydık umarım o da bizden razı gitmiştir.
O bizim doktorumuzdu. Ve onu her gördüğümde doktor lakabının nereden gelip onu bulduğunu sorardım. Ve gülerdik. Kendisiyle barışıktı. Ego hiç yoktu. Herkesle can ciğerdi. Çocukla çocuk olurdu, yaşlıyla yaşlı… Ayrı bir iletişim gücü vardı bence. İnsanlarla iletişiminin güçlü olmasının en önemli yanı samimiyetiydi.
Ah be doktor, ah be Yusuf! Sen de mi çekip gidecektin böyle mevsimsiz? İki çocuğunu, eşini ve seni sevenleri hazan mevsiminde böyle mahzun mu koyacaktın? Rabbim mekânını cennet etsin. Hakkımız varsa senin üzerinde, helaldir bizden yana. Sen de helal et bizlere hakkını. İlçemizin başı sağ olsun. Çünkü acı hepimizindir. Aileden biri olarak gördük onu, bizden biri… Herkese nasip olmayan bir sevgiye şahit oluyorum vefatının ardından. Herkes rahmetlinin iyiliğinden, güzelliğinden, güler yüzlülüğünden dem vuruyor. Ne mutlu sana ki böylesi güzel bir izle ayrıldın aramızdan.
Her ölüm elbet acıdır, illaki üzücüdür. Doğum kadar ölümün de bizlere var olduğunu idrak etmemiz gerek. Bu dünya fanidir asıl kalıcı olan öte dünyadır. Bir göz açıp kapatımlık dünyada herkes bir şeylerin savaşını vermektedir. İşte dün vardık bugün yokuz, hesap bu! Marifet şu ki bu fani âlemden kalp kırmadan göçüp gidelim. Ardımızdan sayılmasın tek tek kötülüklerimiz. Saçılsın güzelliklerimiz cihana miski amber misali. Güler yüzlüydü desinler; iyiydi, kalp kırmazdı, merhametliydi ve içtendi desinler. Gidene faydası olmayacak ama kalana belki de teselli olacaktır bu hüsnü niyetli ifadeler.
Bir bir azalıyoruz. Hep iyiler gidiyor gibime geliyor ilçeden. Hesapsız sevilen ve sayılan… Ardında edilen dualara, dökülen gözyaşlarına ve sarf edilen sözlere bakıyorum da kimseye nasip olmaz böylesi vedalar. Her ölümde olduğu gibi bu ölümün de erken olduğunu ve Yusuf’u genç yaşta aramızdan aldığını söylemem gerek. Hüznümüz çok, anlatmaya muktedir değilim. Ve her giden kıymetin ardından böylesi yazılar yazmaktan da bilseniz ne kadar tarumarım.
Yusuf’un doktorluk payesini aldığı olayı rivayetle kısaca ifade edeyim. Hem onu rahmetle anmış hem de onun güler yüzünün bir nişanesi olarak yüzümüzde bir tebessüm oluşturmuş oluruz. Mevzuyu bilenler hoş görsün bizi.
İshal olmuştur gençlerimizden biri. Ve çalıştığı iş yerinin patronu da onu eczacımız Yusuf’a göndermiştir doktor diye. Oraya gideceksin ve oradaki doktora muayene olacaksın. Bak ben de arıyorum ve seninle ilgilensin diye de bilgi veriyorum doktora. Bizim hasta yola revan olur olmaz patronu da Yusuf’u arar ve ona der ki: Sana bir hasta yolluyorum Doktooor! Seni doktor diye tanıtım ve senden ricam da şudur: Ona bir teşhis koy! Yusuf itiraz bile edemez çünkü hastası eczaneye girmiştir bile. Doktor siz misiniz der hastamız, Yusuf’a. Yusuf da evet der gayriihtiyari. Beni patronum gönderdi falanca kişi. Biliyorum beni de aradı senin için. Geç içeri der Yusuf beyaz önlüğü ve elinde stetoskopuyla muayene eder bizim safdili. Ve teşhisini şaka icabı da olsa koyar. Bizimki aklı karışık bir vaziyette ayrılır doktorun yanından. Tabi bu olay da anında duyulur. Oyun içinde oyun var. Ve bu oyunun kural koyucuları, hazırlayıcıları birden fazladır. Yusuf’un şaka icabı safdile hastalık teşhisi koyması malzemedir artık şakacılara. Ertesi gün falanca köyün eşrafından birisinin salası verilir merkez camiinin minarelerinde. Bu bizim safdilin köyüdür. Fırsatı değerlendirmek isteyenler Yusuf’u buradan vurup ondan yemek kotarmanın peşindeyken bu sala sesi ekmeklerine tereyağı gibi sürülür. Hemen koşup Yusuf’a sen dün bir gence hastalık teşhisi koymuşsun bak o da intihar etti. Bak bu okunan sala da onundur. Yusuf yapı gereği kekelemeye başlar, kem küm etmeye. Tam o esnada jandarma aracı da eczaneye gelmesin mi? Yusuf, jandarma aracını görür görmez renkten renge girer. Kendisini almaya geldiklerini düşünür artık devre dışıdır. Jandarmanın gelip kendisini götüreceğini düşünür. Kendisine uzatılan reçeteleri karıştırır. İlaçları yere düşürür. Ve aniden çıkıp garaja gider. Akşam arabası ile İstanbul gitmek için bilet alır. Bu kadar ciddiye almıştır işi. Şakanın boyutu Yusuf’u başka bir frekansa sokmuş ve o da çareyi kaçmakta bulmuştur. Onu ikna etmek için çok çaba sarf ederler. Bak Yusuf bu bir şakaydı ve ölen kişi de yaşlı biriydi. Senin teşhis koyduğun kişi değildi, hem senin teşhisin doktor teşhisi mi? Senin teşhis koyduğun kişi değildi vefat eden ama dinleyen kim! Neticede Yusuf ikna edilir ve protokolünde aralarında olduğu hatırı sayılır bir kitleye yemek söyleyerek bu şakadan kurtulur. Bu şakadan da Yusuf’a doktor unvanı kalır.
Ah be Yusuf, güzel insan! Hazan mevsimidir bu. Sen de böyle sararmış yapraklar gibi can yaprağını mı yele verdin? Ölüm Züleyha oldu sana. Hastalığın Yusuf’un düştüğü kuyu oldu. Mükâfatında Mısır’a sultan olan Yusuf gibi olur inşallah ahrette. Kimi yüz güzelliği peşinde kimi ruh… Ruhuna bir tutam güzellik katmayana, kalbine iyilik tohumları saçmayana, bakışlarına anlam yüklemeyene Yusuf da çare değildir.
Yusuf’um, Rabbim mekânını cennet etsin, sevdiklerine de sabrı cemil versin.
Ve bu yazıyı okuyan herkesten de rahmetli için bir Fatiha istiyorum.
KAPTAN