Ohi’nin kenarına oturmuş ağlıyorum, gözüm yaşı sel oluyor. Millet kara günde nasıl da hemen el oluyor. Dar günde nasıl da yel oluyor. Biz böyle değildik eskiden. Dostlar sağ olsun.
Serelerin şakırtısı geliyor kulağıma yaklaşıyorum iyice. Ohi’nin tam da içine giriyorum, ıslanıyor ruhum boydan boya.Tepe’nin çocuklarıydık biz, Ohi’nin yaramazları. Şairin dediği gibi cinaslı olsun biraz da kimse saymaz yaram azları.
Özlüyorum şimdi o günleri doya doya . Balıkların ay ışığında parlayan beyazlığı vurunca gözlere sereler şakırdardı taşlara değe değe. Sesi yankılanırdı Tepe’de, Kara Baydın ava çıkmış derlerdi yine. Ve lüküslerle suyun içindeki ilerleyişini diğer balıkçıların ne de bıçkındı eskinin insanları.
Bekçi İbo başıboş hayvanları toplardı, dama tıkardı. Mikail Amca gözü kapalı bekçilik yapardı ilçede. Düdüğü ağzında attığı adım hafızasında, uyurgezerdi. Ama gözü açıktan daha iyi bilirdi ilçenin yollarını. Yalakalık yapanlar gibi gözlemezdi yalan dünyanın sahte kullarını. Dedem, Abdurrahman’ı Sare, gülmeden, milleti güldürürdü. Hikayeleri hâlâ anlatılır eskilerin ağzında.
Damlarında oynardık evlerin, o damlar ki topraktı ve eskiydi. Neden bugün sembolikte olsa bir numunesi yapılmaz. Sergiye sunulmaz o eski, damlı evler. Boş yere konuşuyorum, kıymeti harbiyesi yoktur zengin ve makam sahibi olmayanın.
Kenarındayım Ohi’nin bugün, Ohi üzgün mü, ağlıyor mu ne? Akıyor hâlâ, sanki gözyaşlarını içine akıtıyor ilçe bugün. Akıyor az da olsa, yorgun argın ve de dargın bilsem kime kızgın! Derinden derine halı yıkayan kadınların sesini mırıldadı Ohi bana. Çocukların yüzerken ki sevinçlerini o kadar ürperdim ve ağladım ki. Nerede o eski yüzler, o kalpten sözler, o harbi gözler şimdi kim kimi özler?
Zenginlik kalbendi, arkadaşlık cebin dışındaydı. Makama bağlı değildi itibarımız.Herkes herkese selam verirdi, herkes kimseye karışmazdı. Şucu bucu diye kimse kimseyi etiketlemezdi. Aynı mahallenin çocuklarıydık, aynı sokağın. Aynı tastan su içerdik, aynı tabaktan yemek yerdik. Aynı yerleri gezerdik, aynı şarkıları söylerdik.
Naylondan kramponlarımız vardı, sabahtan akşama kadar top oynardık. Plastikti topumuz ama topumuz oynardık.Maradaona maradona diye bağırırdık topun peşinden koşarken. Çimlerimiz sahiydi, tezek kokusu içinde daha açılırdı ciğerimiz. Kibrit kabı, gazoz kapağı, aşık, mok her oyunun vakti vardı, bilye çoktu. Telden arabalarımız vardı pensilin tıpasından süsleri. Makaradan tekerlekleri, kimseyi makaraya sarmazdık.
Hasta olana Halit Rızamız vardı, saklı olana İğneci Halil’imiz. Bego Dayı bulgur öğütürdü seyyar aracıyla. Davulcu Şeko’yla Zurnacı Keko vardı düğünlerde. Daha niceleri vardı, hepsi ne güzel insanlardı. Ne de az kaldılar bugün, ne de tez gittiler?
Akça koca değil mi şimdi Karakoçan? Ohi’yi bilmeyen sayılır mı bizden; o suya girmeyen balık tutmayan? Kupık olimpik yüzme havuzumuzdu. Bağırlarında kayalara bana mısın demeden atlamak her babayiğidin harcı değildi. Yazık değil mi şimdi Kupık’ı ayık olmayan kafalara bırakmak?
Herkes tanırdı birbirini, kollardı, idare ederdi. Yabancı giremezdi mahalleye, Ohi gibiydik yeri geldi mi serttik. Eserdik, boran olur tozu dumana katan olurduk. Hırçındık, bıçkılanmış dal gibiydik. Ahmet Arif okurduk, Ahmet Kaya dinlerdik. Lorke’yi söylerdi kasetler , teypler en lüks elektronik aracımızdı evlerde.
Telefon tek evde vardı, herkes 5 dakika sonra aranmak üzere çağrılırdı. Televizyon tekti, renklisi çıkınca siyah beyazlısı çoğaldı.Paramız olduğu zaman aldığım en güzel şey leblebi şekerdi ya da bisküvi arası lokum. O da Mehmet Hegge Amca’nın dükkanındaydı.
Ev yapımı dondurmaları özledim, ekmeğe sürülen üzeri şekerli tereyağlarını,Menco Dayı’nın somun, Ahmet Ulaş ve Çicce’nin açık ekmeğini… Kıwa Xarpıti, Gula Bappe annemiz sayılırdı, koca yürekli kadınlarıydı ilçemizin. Heci Kulık’ın Philips bayi her şeyi ettik zayi bugün.
Evler aranırdı, yorgan yataklar alt üst edilirdi.Kasetler samanlığa saklanırdı, toprağa gömülürdü kitaplar, korku hakimdi yokluğun üstüne. Aşk şarkıları dahi Kürtçe söylenemezdi. Yasak bir dilin yasak insanları olarak doğdu bugünün çocukları. Oysa sabaha kadar süren hikayeler anlatılırdı o türkülerde, dengbejler eşliğinde.
Ohi’nin kenarındayım, Tırka Depe’nin hikayesini düşünüyorum. Bedia Gürses’in sesinde “Yâre Yâre” yi dinliyorum. Daha bir hüzünleniyorum, yazamıyorum daha.
Ohi’nin kenarına oturmuş ağlıyorum, gözüm yaşı sel oluyor. Bugün Karakoçan’da herkes birbirine el oluyor. İnsan, inanın deli oluyor!
KAPTAN