Oturmuşum Oxi’ye karşı çayımı yudumluyorum. Güneş Kafan’ın ardında kaybolmak üzere. Gündüzü çok sıcak olan memleketimin akşamı serin ve güzel oluyor. Etrafım kalabalık değil; dedikodu yok, şikayet, siyaset. Keyfimin kahyası da yok!
En çok da siyasetin mankurtlarından bıktım. Herhangi bir partinin yobazından, seni yok sayıp fikrini sana enjekte edenden, fişleyenden.
Bir iç muhasebenin idrakinde, nefsimin sus dediği yerdeyim. Dertlerim meze olmuş çayıma, çayım kafa olmuş canıma. Bilmem çay mı daha koyu, ruhum mu? Çay mı demini bulmuş, ben mi demimi bulmuşum? Çay suyu Ferhatlardan, en kralından Türk çayı o da Avrupa’dan, birazcık da kaçaktan.
Oxi’den sere sesleri geliyor geçmişten, dinliyorum. Lüks ışığının yansımasında balıklar parıldıyor. Tezek kokuları yayılıyor ufacık bir esintiyle. Çocukların plastik krampon ve topla oynayışı, kadınların derede çamaşır yıkayışı…
Araba sesi yok, apartman kalabalığı hiç yok, pet şişede su… Avuç avuç su içtiğimiz artezyenler var: Han Çeşme, Ferhatlar, Kırkpınar…
Ve ayrımcılık yoktu. Kimse kimseyi karalamıyor, herkes ekmeğinin derdiyle meşgul oluyordu. Ermeni komşularımız vardı hepsi de aileden biri. İlk fişi bu yüzden yedik, olsun. Alevilerimiz vardı hepsi candı. Türk olanımız vardı, baştacıydı, Kürt olanımız vardı, kimseyi ilgilendirmezdi. İkinci fişi buradan yedik, olsun. Zaza olanımız vardı, güzelliğimizdi. Hepimiz aynıydık. Kardeşçesine yaşıyorduk. Aynı sofranın aynı tabağına kaşık sallayanlardık. Şu an herkesin tabağı gibi dini de dili de ırkı da ayrı ve mühim! Bu toplum nasıl lehimlenecek, kardeş olacak, bir olacak?
Oxi’ye karşı bağdaş kurmuşum. Cep telefonu yok, renkli televizyon, internet. Cızırtılı bir radyoda İzzet Altınmeşe var: “Maden Dağı dumandır.” ı okuyor. Kurbağa sesleri eşlik ediyor dinlenmeme. Düğün salonlarının mahalleyi ayağa kaldıran gürültüsü yok, patinaj yapan Tofaşçılar… Bizi toz dumana katacak araç da yoktu yol da ama mutluyduk.
Gözlerimi yummuş, Oxi’ye kulak vermişim. Eskiyi aramışım; eskinin samimiyetini, sıcaklığını, yoksulluğunu ve de en mühimi insanlığını. Konuşacak çok şey var, anlatacak ve özlemle yad edecek.
Sabrın ve teslimiyetin sembolü olmuş nice büyüğümüzü andım. Sahtelikten uzak, dedikodudan muaf, sonradan görmemiş, ne oldum dememiş, parasıyla havalanmamış, varlığıyla övünmemiş, makamıyla g.t büyütmemiş.
Sac ekmeğini özledim, harmanı, patosu, Ankara lastiğini…
Son yudum çayımı da içiyorum Oxi’ye karşı. Apartmanların, arabaların, telefonların vesairenin bizi nasıl yorduğunu anlıyorum. Göstereceğimiz şefkate ve duyacağımız vicdana gücümüz kalmıyor. Yapacağımız iyiliğe, ortaya koyacağımız güzelliğe vakit kalmıyor. İnsanlığını arıyorum eskinin; kaybettiğimiz, terk ettiğimiz…
İçeri girmezdik, oyuncağımız yoktu öyle süslü püslü ama oyunlarımız vardı birlikte oynadığımız. Düşer dizimizi kanatırdık, burnumuz hep sümüklü, üstümüz başımız hep çamurluydu ama sapasağlamdık. Doktor yüzü görmezdik. Çatılı ve çok katlı evlerin bisküvi çocukları değil, damlı ve loğlu evlerin harbi çocuklarıydık.
Oxi’ye topuk selamı çaktım. Geçmişe rahmet, bugüne ise Fatiha okudum. Çarşının kasvetli ve bir o kadar da dedikodusu bol ortamına doğru yürüdüm. Oxi tertemiz akmaya devam ediyordu ve biz kirleniyorduk durmadan.
Kaptan