Bir adam tanıdım, yerdi hep, ne bulsa… Babasını dahi yerdi önüne koysaydınız! O denli açtı ve doymazdı.
Bir adam tanıdım ne bulsa yerdi, bırakmazdı geride ne bir kemik ne bir kırıntı. Midesi de mideymiş, bana mısın demedi bir gün. Yemeği yemek üstüne yedi, tatlıyı ekmek üstüne; salatayı salata üzerine yedi, ayranı kola üstüne içti; lahmacunu ekmek arası, pilavı ekmekle, makarnayı da ekmeğe sardı yedi. Mide doldukça açlık hissi daha da arttı, arttıkça yedi, yedikçe arttı. Allah’a şükür olsun diyemedi, daha yiyeceği vardı. Nokta koymak istemedi. Göz de gözmüş hani yetti gayri demedi. Bir ondan, bir bundan, bir şundan, bir ötekinden aldı. Aldıkça daha da acıktı, acıktıkça daha da yedi. Yemekten yemeğe atladı, tatlıdan tatlıya kondu, içecekten içeceğe uçtu. Bir türlü Allah’a şükredemedi, daha gözlerini bandıracağı çok ama çok şey vardı. Yedikçe şişti, şiştikçe oturdu. Bir ağır adam, etten duvar oldu. Karayollarında silindir vazifesi gördü. Uçakta denge unsuru oldu. Var mı böyle bir adam, böyle bir mide, böyle bir göz?
Donatılan masa, mükellef bir sofra baş tacı konuklar. Lakin aç mı aç bir kıta AFRİKA! Çöpe giden ekmekler, sebzeler, meyveler… Yok yere dökülen servetler, tüketilen insani değerler. Elinde poşetle çöpte yiyecek arayan, aç suyu kaynatıp çorba niyetine kaşık sallayan, bir deri bir kemik kalan yani semiz-leş-enler…
Tartıya çıktığında “Lütfen teker teker çıkın!” diye kantarın topuzunu kaçıran, asansörün kapısında 4 kişilik yazısını görünce diğer üç kişiyi bekleyen ve yürüyen merdivenlerde elektrik kesildiğinde mahsur kalanlar!
Bir adam yemek yedi, bir yemek adamı yedi. Masa dolu; çeşit çeşit yemek, tabak tabak salata, türlü türlü içecek lakin doymayan göz, habire içine yiyecek içecek tıkılan bir mide, yağlı el ve dudaklar… Ondan sonra gelsin kilolar, diyetler falanlar filanlar. Canım tatlılar; kanıma girdi, uykumu tuttu ve ruhumu köreltti
Huzurumuzu yedik sonra aklımızı. Nefsimize söz geçiremiyor, gözümüzü ikna edemiyoruz. Karnımız almış başını gidiyor. Dişlerimiz feryat etmekte, midemiz fesat geçirmekte, bağırsaklar bağırmaktadır. İştiha üzerine iştiha, ağzı sulu mu sulu, gözü aç mı aç, karnı hazır mı hazır ve ne bulsa yutmaya nazır. Nimettir; yere düşse alır, üç kere öper, alnımıza vurur, yüksek ve temiz bir yere bırakırız.
O ne bulursa yerde mideye koyardı: ekmek kırıntısı, karpuz kabuğu, ağaç kovuğu. Kilo üstüne kilo koyardı, et üstüne et katardı, yağ üstüne yağ bağlardı. Bir şey gördü o gün; boğazı kilitlendi, gözleri ağlamaklı oldu. O günden sonra bir daha bir şey yiyemedi.
Her şey benim olsun diyenlere, mide büyütenlere, yemekten tıksırıncaya kadar kalkamayanlara, kalbini sevmek yerine yemekle dolduranlara, beynini fikretmek yerine yemekle yerle bir edenlere. Alın size bir diyet, uygulanmış; aın size bir rejim, tescillenmiş.
43. ALAY 1. P.TB. 1. BÖLÜK 1917 yılı yemek listesidir.
GÜN Sabah Öğle Akşam Ekmek
15 Haziran
üzüm hoşafı – yok – yağlı buğday çorbası – tam
26 Haziran
yok – yok – üzüm hoşafı – tam
18 Temmuz
üzüm hoşafı – yok – yok – yarım
8 Ağustos
yarım ekmek – yok – şekersiz üzüm hoşafı – yok
Not: 21 Temmuz 1917’den başlayarak ordu emriyle ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir çünkü un ve ekmek kalmamıştır.
Adamın boğazı kilitlendi, gözleri mahcup mahcup yere baktı. Bu mahcubiyeti o denli fazlaydı ki iğne ipliğe döndü ansızın ve yediği günlerin inadına oruç tutmaya başladı. Ne zaman biraz iştahlansa Çanakkale’deki askerlerimizin yemek listesi aklına geliyor ve gözyaşlarıyla doyuruyordu kalbini.
Gürhan GÜRSES